İçindekiler
Paris’i anlatmaya kelimeler yeter mi bilemiyorum ama çok detaylı bir yazı ile keyifli bir rehber hazırlamaya çalıştım.Umarım beğenirseniz. Louvre sarayı, Şanzelize caddesi, Seine nehrinin iki yakasını birleştiren 37 zarif köprüsü ile “şehirlerin şehri” Paris.
64 milyonluk Fransa içinde Paris’in nüfusu 2.100.000. İstanbul’u göre ne kadar az değil mi? Kent sakinlerinin büyük bölümü daracık apartman dairelerinde yaşıyor. Toplu ulaşım sistemi son derece kullanışlı özellikle geniş metro ağı ile her yere ulaşabiliyorsunuz.
Paris 20 bölgeden oluşmakta. Salyangoz şeklinde içten dışa doğru bölgeler oluşmakta. Metro ve diğer taşıma kartları bu bölgelere göre satılmakta. Turistik alanlar genelde 1 ve 2. bölgede yer almakta. Ama Disneyland, Versay, havaalanı ulaşımı dahil olsun derseniz haftalık kartlar çok faydalı oluyor. Metro ve RER sistemleri çok gelişmiş. Havalanında makine dışında deskler var onlara danışarak doğru bileti alabilirsiniz. Turizm acentaları pahalı, resmi makamlar hem yönlendiriyor hem doğru fiyatı veriyor.
Gelelim Paris’i keşfetmeye.. Bence Başlangıç noktamız Eyfel kulesi olmalı.
Çoğu kişi için Paris’in simgesi hala Eyfel Kulesi -Paris
İnşası sırasında kimsenin ölmemiş olmasına rağmen, bir intihar bölgesi olarak 400 kişinin hayattaki son durağı olmuş Eyfel kulesi.
1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Expo 1889 Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiş. İsmini mimarından değil, inşa ettiren firmanın sahibi olan Gustave Eiffel’den alıyor. İlk yapıldığı yıllar ciddi eleştirilmiş. Demir yığını, bölgedeki evlerin değerini düşerecek gibi bir sürü eleştiriye maruz kalmış.
3 yıl içinde tamamlanmış. 1909’da sökülmesi planlanıyormuş fakat, radyo anteni olarak kullanılmasına karar verilmiş. Sanılanın aksine çelik değil, demirden yapılmış. 3 yılda tamamlanan, 300 metre yüksekliğindeki kulede 3 bin işçi çalışmış. Yapımı sırasında hiç ölüm vakası yaşanmaması, o günün şartlarını için çok şaşırtıcı geldi bana.
Kış aylarında demirin soğuk hava yüzünden çekmesiyle, yaz-kış arasında kulenin boyunda 15 cm’lik bir fark oluşmaktaymış. Yılda 7 milyon ziyaretçi ile dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden biri.
Kulenin ikinci katına kadar merdivenle çıkmak 7 €, asansörle çıkmak ise 11 €. Eğer en yukarı kata çıkmak istenirse 17 € ödemek gerekiyor. 4 yaşın altındaki çocuklar için ücret talep edilmiyor. 4-11 ve 12-24 yaş arasına indirim uygulanıyor. 3 kere çıktım kulenin tepesine her zaman ciddi bir kuyruk oluyor. O yüzden önerim mutlaka online bilet almanız olacak.https://www.toureiffel.paris/en
Tepeye çıkmak istemiyorsanız en azından birinci kattaki cam zeminde yürüyerek yükseklik korkunuzu test edebilirsiniz. Yada Eyfel kulesinin karşısında ki kafelerden birinde oturup kulenin ihtişamını uzaktan seyredebilirsiniz. Çimlere uzanıp sokak müzisyenleri eşliğinde kuleyi seyretmekte ayrı keyif. Akşam üstü özellikle içkisini alan çimlere seriliyor.
Bu sene(2022) gittiğimde silahlı polis sayısının çok fazla olduğunu farkettim. Hatta bayağa kocaman silahlar taşıyorlar. Biraz ürkütücü aslında. İnsanlar çok takılmadan eğlenmeye devam ediyor.
Paris’in olmazsa olmazı Seine nehri tekne turları -Paris
Eyfel kulesini gezdikten sonra hemen yakınındaki tekne turları ikinci aktivitemiz. Tekne turundan bahsetmeden önce çok kısa Seine nehrinden bahsetmek istiyorum. 776 kilometrelik nehir Paris şehrini ikiye bölüyor. Hatta nehir üzerinde iki ada bulunuyor. Bu adalardan biri ilk Paris şehrinin kurulduğu yer.Ünlü Notre Dame kilisesi de bu ada üzerinde yer alıyor. (İle de la Cite)
Nehir üzerinde birbirinden güzel 37 köprü bulunuyor. Nehir ile ilgili ilginç bir bilgide nehir suyunun içme suyu olarak kullanıldığı yönünde. Birçok farklı bilgi okudum bu konuda. Bazıları sadece fabrikalarda suyun kullanıldığını söylerken bazı yazılarda evlerde de bu suyun kullanıldığını söyleyenler var. Doğrusunu bilen varsa yazarsa sevinirim. Bu arada Paris’de çeşme suyu içiliyor. Eğer nehir suyu işlemden geçip temizleniyor ise içilebilir olma ihtimali yüksek. Nehrin rengini düşününce bir garip olmuyor değilim.:)
Ek bilgi yaz boyunca yapay plajlar yapılıyor nehir kenarlarına.. Suya girmeden güneşlenmek zor olsa gerek. E ne yapalım herkesin boğazı yok bizim gibi. Bizde kıymetini bilsek ne güzel olur.
Paris’ de fazla vaktiniz yoksa 1 saatlik bir tekne turu ile Paris’ de görmeniz gereken önemli yerleri görmüş olursunuz. En popüler ve uygun fiyatlı olanı 1956‘da kurulmuş olan Bateaux Parisiens tekne turları. Eyfel Kulesi ve Notre Dame Katedrali arasında yapılan bu turlar yaklaşık bir saatlik. Maalesef Türkçe anons yok. Eyfel kulesinin altındaki köprünün oradan kalkıyor tekne turları. Tekne turundan sonra Şanzelize tarafına yönelip. Şanzelize’yi keşfetmeden önce Zafer takından şöyle bir yukardan bakalım caddeye.
Paris’in en ünlü simgelerinden Arc de Triomphe -Zafer Takı
Şanzeli’nin ucundaki meydana, Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle adı verilmiş. (Fransa’nın ikinci dünya savaşı sonrasındaki ilk Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle) 12 bulvarın açıldığı daire şeklindeki meydan, kent sakinleri tarafından daha çok yıldız meydanı olarak da anılıyor. Meydana 12 noktadan araba girişi oluyor. İnanılmaz değil mi? 🙂 Hatta 20 yıl önce gittiğimde bir rehber trafik sigortalarının bu meydanda geçerli olmadığını söylemişti. Çok mantıklı geldi 🙂
Napolyon, ancak 1830’larda tamamlanan anıtın sadece ahşap bir modelini görebilmiş. Hitler 1940 yılında Paris’e girdiğinde, görmek istediği ilk yer bu anıt olmuş. Napolyon’un zaferlerini sahneleyen dekorlarıyla Paris zafer takı, Fransız devrimi ve savaşlarda ölen askerlerin mezarları üzerine yapılmış.30 yılda tamamlanmış. Mezarın en büyük özelliği ise bu alanda bulunan “sönmeyen ateş” Her akşam saat 18.30’da yanan ateş sembolik olarak canlandırılmakta.
Zafer Takı’nın ön yüzü şehrin en önemli caddesi Şanzelize’ye bakıyor. 50 metre yükseklikteki Zafer Takı’nın boyu 45 metre, eni ise 22 metre. Napolyon, en büyük zaferi olan Austerlitz Savaşı’nın ardından askerlerine “Eve döndüğünüz zaman zafer taklarının altından geçeceksiniz” demiş ve ertesi yıl çalışmalara başlamış.
Takın en önemli bölümlerinden biri Seyir Terası. Zafer Takı’nın en üst katına çıkarak muhteşem Paris manzarasını bir de bu noktadan seyretmelisiniz. Hatta mümkünse hem gece hem gündüz çıkarsanız ayrı bir güzel oluyor manzara. Merdivenler biraz yorucu olabiliyor aklınızda bulunsun. Mezarın bulunduğu alanda şunlar yazılı “Burada, 1914-1918 yılları arasında babalarının toprakları için ölmüş olan Fransız askerleri yatmaktadır.”
1919 yılında Fransız pilotu çift kanatlı uçağı ile ortasından geçmiş Zafer Takının 🙂 Online bilet için tıklayın. 18 yaşından küçükler için bilete gerek yok. Zafer takından sonra dünyanın en ünlü caddesini keşfe çıkabiliriz.
Dünyanın en ünlü caddesi Şanzelize (Champs-Elysees)
Bir ucunda Zafer Takı’nın, diğer ucunda Concorde Meydanı’nın yer aldığı cadde, yaklaşık 2 km’lik uzunluğa ve 6 şeritli yoluyla, 70 metrelik genişliğe sahip. Hatta Şanzelize’nin başı Concorde meydanıymış. Zafer takı biraz daha yukarıda olduğu için herkes caddenin başının zafer takı olduğu düşüncesine kapılıyor. Bende öyle sanıyordum. İkinci ziyaretimde öğrendim.
Her yıl Fransa için önemli günlerin geçitlerine ve kutlamalarına da ev sahipliği yapıyor cadde. Cadde üzerinde bir sürü şık mağaza yer alıyor. Gece ayrı bir güzel oluyor. Yolun sonuna doğru Grand Palais ve Petit Palais sizi bekliyor. 🙂 Bazı mağazalarında önünde kuyruk olduğunu görünce şaşırmayın. Ünlü macaroun firmasının önünde 1 saat sıra bekledik sırf çay kahve için 🙁 Tabi macaronda yedik ama içinin dekorasyonu vs çok oş bir ortam. İnsanlar bıkmadan bekliyor.
Sergi ve Fuar Alanları Grand Palace ve Petit Palace
1900 yılında “sergi ve fuar alanı” olarak inşa edilen büyük sarayı(Grand Palace) vaktiniz varsa görmelisiniz. Yüksek cam tavaninın sizi de etkileyeceğine eminim. Muhteşem bir çatı sistemi. Ve aslında saray değil fuar ve sergiler için yapılmış.
Grand palace’in (Büyük saray) hemen karşısında yer alan Petit Palace’de 1900 yılında fuar ve sergi sarayı olarak inşa edilmiş, 1902’de müzeye dönüştürülmüş. İsminden dolayı sakın küçük bir saray sanmayın. İçi dışı çok etkileyici. Hele orta alandaki bahçede mutlaka nefeslenin. Sarayda ünlü birçok ressamın eserini görebilirsiniz. Modern sanat müzesi olarak kullanılan müzeye giriş ücretsiz. Yolumuza devam ediyoruz.Köprüler şehri Paris’in en güzel köprüsü ile tanışıyoruz.
37 köprünün en en güzeli Pont Alexandre III -Paris
1900 yılında inşa edilmiş köprü, dönemin Rus Çarı II. Nicholas’nın babasının adını taşıyor. 107 metrelik uzunluğu, 40 metrelik genişliği ve gösterişi ile hayran bırakıyor kendine. Köprüden karşıya geçtiğinizde Fransız Askeri müzesi sizi bekliyor oluyor. Şimdi Şanzelize boyunca devam ediyoruz ve Concorde meydanına geliyoruz. Concorde meydanına inmende sağ tarafta Fransız askeri müzesi ve Napolyanın mezarının bulunduğu komplekside değerlenedirebilirsiniz.
Fransız Askeri Müzesi ve Napolyon’un mezarı Invalides -Paris
Paris’in en görkemli müzelerinden biri olan Invalides ya da Fransız Askeri Müzesi Napolyon’un mezarının da yer aldığı yedi farklı bölümden oluşan çok kapsamlı ve görkemli bir kompleks. Bence en görkemli bölüm Napolyon’un mezarı. Çok kısa Napolyon’dan bahsedeyim.
Kısaca Napolyon
Şüphesiz tarihin tartışmalı liderlerinden Napolyon. Günümüz Fransa’sında çok da sevilmiyor.
5 Ağustos 1769’da İtalyan kökenli küçük soylu ama zengin olmayan bir ailenin çocuğu olarak Korsika Adası’nda doğmuş. Akıllı bir öğrenciymiş ve askeri yatılı okulda okumuş. 1789 devrimini desteklemiş o yıllarda. Fakat sonraları krala karşı yapılan bir harekatı önlendiği için 24 yaşındayken generalliğe terfi etmiş.Devrimin ele başları (Robespierre ) idam edilince onlarla bir dönem yakın ilişkisi olduğu için göz hapsinde tutulmuş.
Askeri kariyeri başarılı bir şekilde devam etmiş bir dönem Avrupa’nın neredeyse tamamanı ele geçirmiş. Generalken çıktığı Mısır gezisi ile güne kadar keşfedilmemiş yerlerin bulunmasını sağlamış. Bazılar bu keşifleri Napolyon Mısır’ıda yağmaladı şeklinde yorumluyor. Rosetta Taşı bu gezide bulunmuş, bu taş sayesinde Mısır hiyerogliflerinin çözülmesi sağlanmış. Taşın bir tarafı antik yununca yazıldığı için hiyerogliflerin çözümlenmesi kolaylaşmış.
E tabi başarılar üst üste gelince kendini hükümdar ilan etmiş. Fransa ile girdiği savaşın bütçe açığını karşılamak için Amerika kıtasında ki Fransa topraklarını( Louisiana bölgesi) ABD’ye satarak topraklarının iki katı büyüklüğe ulaşmasını sağlamış. Beethoven 3. Senfonisine “Bonaparte” adını vermiş fakat sonra kendini hükümdar ilan edince ismi silmiş:)
Yenilgiler başlamış tabi Moskova zaferi sonrası İtalya açıklarındaki Elba adasına sürülmüş. İnanılacak gibi değil ama buradan kaçarak tekrar başa geçmiş. 1815 Waterloo yenilgisinden sonra, Atlantik Okyanusu’nun ortasındaki Saint Helena adasına yollanmış ve kısa bir süre sonra vefat etmiş. Boyunun kısalığı hayatı boyunca dalga konusu olmasına sebep olmuş. Okul yıllarında arkadaşları sen ata binene kadar savas biter demişler bir gün Napolyona’a. Pratik zekalı Napolyon tarihi cevabını vermiş. “Ben savas ciktiginda ata binmeyecegim, ben ata bindigimde savas cikacak” demiş.
Paris’in pek çok yerinden görünen büyük bir kubbeye sahip yapı. Altın varaklı kubbe şehrin birçok yerinden görünüyor. Napolyon’un mezarı yuvarlak bir boşluğun içinde yer alıyor. Aşağıdan yukarıya bakmak çok etkileyici oluyor özellikle yukardaki derin kubbe ile beraber. Kompleks içinde yer alan yapılar:
Dome Kilisesi: 1676 yılında kraliyet ailesi üyelerinin mezarı olması amacıyla inşa edilmiş. Kilise Napolyon’un mezarına da ev sahipliği yapıyor. Napolyon’un naaşı ölümünden 20 yıl sonra buraya taşınmış. Ayrıca Napolyon’un 21 yaşında veremden ölen tek oğlu II. Napolyon da burada gömülü.Kubbe, 10 kilodan fazla altınla süslenmiş.
Invalides Bir zamanlar 6000 askerin barındığı, kompleksin ana binası 1670 yılında yapılmaya başlanmış 4 yılda tamamlanmış. Bu bölümün içinde de 3 adet müze ve bir meydan bulunuyor.
St-Louis-des-Invalides Katedrali: 1679-1708 yılları arasında, askerlerin kilisesi olarak inşa edilmiş.
Paris’in en ünlü meydanı Concorde meydanı -Paris
Şanzelize Caddesi’nin başında yer alan Concerde meydanı o kadar büyük ki fark etmemeniz mümkün değil. Tarihte de birçok önemli olaya tanıklık etmiş.
Devrim döneminde meydandaki kraliyet simgeleri sökülmüş ve XV. Louis heykelinin yerine konan giyotinde binlerce devrim kurbanı idam edilmiş. Meydan 1934 yılında hükümet karşıtı faşist grupların kanlı ayaklanmasına sahne olmuş. Place de la Concorde’da kurulan giyotinde, aralarında Kral XVI. Louis, Kraliçe Marie Antoinette, Charlotte Corday, devrimin önderlerinden Robespierre’in de bulunduğu 1.119 kişi idam edilmiş.
Meydandaki 3.300 yıllık 23 m yükseklikte ki Luksor Dikilitaşı dönemin Mısır Hıdivi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından 1829’da hediye olarak gönderilmiş ve meydana III Napolyon tarafından 1836’da diktirilmiş. Tanıdık geldi değil mi Dikilitaş 🙂 Sultan Ahmet meydanındakine çok benziyor.
Meydana kurulan dev dönme dolap Mayıs 2018’de sökülmüş. Çok da iyi olmuş. Bence demir yığını gibi duruyordu tarih kokan şehrin içinde. Kışın başka yerlere kuruluyormuş. Bu sene gittiğimde(2022) Louvre yakın bir yere kurulmuştu. Artık birçok dünya başkentinde bu dönme dolaptan var sanırım. Ve yolumuza devam ediyor ve Tuileries Bahçesi‘ne giriyoruz.
25 hektarlık muhteşem park Tuileries Jardin des- Paris
1564’te Catherine de Medici tarafından yaptırılan Tuileries Sarayı’nın eski bahçesiymiş burası aslında. 1871 yılında ki ayaklanmalar sırasında harap olmuş. 1667’de halkın kullanımına açılmış park. Tuileries Sarayı’nın adı da eskiden burada bulunan kiremit fabrikasından geliyormuş. Kestane ve ıhlamur ağaçları arasında hoşça vakit geçirebileceğiniz bir yer. Parkta ki büyük havuzun etrafında oturup ortamın keyfini çıkarabilirsiniz.Hava da güzelse harika bir yürüyüş parkuru 🙂 Parkın devamında küçük bir havuz daha var.
“Arc de Triomphe du Carrousel’i geçerek parkı bitirip Louvre müzesine doğru ilerliyoruz. Ünlü ressam Monet’in dev tabloları ile ünlü Orangeri müzesi Tuileries bhçesinin köşesinde.
Tuileries Bahçesinde yer alan eski sarayın “serası” Orangerie müzesi (1857) -Paris
Bu müze birçok Empresyonist ressamın eserine ev sahipliği yapıyor ama özellikle Empresyonizm’in öncüsü Claude Monet‘nin meşhur dev nilüferler tabloları nedeni ile ayrıca bir ilgi çekiyor. Monet’in en küçüğü 2 metreye 6 metre olmak üzere toplam 8 adet devasa tablosu bulunuyor. Bu tablolar iki büyük oval salonda sergileniyor. Giverny’deki Monet’in Evi‘nin bahçesindeki nilüferlerden esinlenerek yaptığı tabloları 360 gezebiliyorsunuz.
Empresyonist ressamın Giverny’deki bahçesinde bu nilüferlerin gerçeklerini görebilirsiniz. Çok şirin bir kasaba Giverny. Yazının ilerleyen bölümlerinde detaylı anlattım. Müzede de ayrıca Renoir, Gauguin, Cezanne, Picasso ve daha pek çok önemli ressamın birbirinden değerli eserleri yer alıyor. Nehrin karşı tarafında da Empresyonist eserleri ev sahipliği yapan Dorsay müzesi var.
Paris’in Haydarpaşa’sı Dorsay müzesi -Paris
Eskiden bizim Haydarpaşa gibi garmış bu müze. Ama bugün çok ünlü Empresyonist resimlere ev sahipliği yapıyor. “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosundan tanıdığımız, Osman Hamdi Bey‘inde eseri de var müzede. İnsanın hoşuna gidiyor ülkemizden eserler görmek. Dorsay müzesinden mutlaka görmeniz gereken eserler bu linkte. En ilginç olanı Courbet’in eseri.
Osmanlı döneminde önemli görevlerde bulunmuş Halil Şerif Paşa için Gustave Courbet tarafından yapılan “Dünyanın Kökeni” tablosu da Dorsay Müzesi’nde. Döneminde epey bir skandala yol açmış. Çok yorum yapamıyorum, ressam müthiş yetenekli konu garip. Courbet çok başarılı bir ressam. www.sanatinoykusu.com da ressamı ve diğer eserlerini yakından inceleyebilirsiniz. Fakat bu tablo yorumlaması zor bir eser.
50 binden fazla esere ev sahipliği yapan Louvre Müzesi -Paris
1190 yılında kale olarak yaptırılmış. Kral XIV. Louis’in sarayı Versailles’a taşımasının ardından sanatçılara bırakılan görkemli yapı, 1793 yılında müzeye dönüştürülmüş. François Mitterrand’ın girişimiyle 1980’lerde yeniden düzenlenen Louvre, Mona Lisa gibi dünyanın ünlü birçok eserine ev sahipliği yapıyor. Kalabalığı ve okları takip ederseniz Mona Lisa’yı bulmanız çok kolay.
Aslen İtalyan olan Leonardo da Vinci 1516’da Fransa kralı I. François’nın daveti üzerine Fransa’ya gelmiş. Yanında Mona Lisa tablosu varmış. Hatta Da Vinci Fransa’da öldüğü için bazı İtalyanlar kızgınmış Da Vinci’ye.
Mona Lisa tablosu 1911’de çalınınca ünü çok artmış. Müzenin eski çalışanı tabloyu çalmış ve iki yıl boyunca saklamış. Yakalandıktan sonra savunmasında tabloyu Napolyo’nun çaldığını düşündüğü için çaldığını söylemiş.1913 yılında Louvre’da tekrar sergilenmeye başlamış. O zamana kadar Louvre’daki diğer eserler kadar bilinirken çalındıktan sonra insanlar görmek için müzeye akın etmiş. www.sanatinokusu.com’dan alıntı.
Yıllar içinde birçok saldırıya mağruz kalmış Mona Lisa. 1956’da asit ve taş fırlatılmış. Artan saldırılar sonucunda kurşun geçimez bir cam ile korunmaya başlamış.Louvre muzesinde sergilenen her bir eseri 1 dakika kadar inceleyecek olursanız tüm eserleri görmeniz 73 gün sürüyormuş. 10 futbol sahası buyuklugunde, 350 binden fazla esere sahip olması sebebiyle dünyanın en büyük müzesi olarak kayıtlara geçmiş.
Fransa’nın ilk müzesi olma ünvanını taşıyor aynı zamanda (İkinci müze Musée Condé – Chantilly Şatosu) Zemin katta Antik Mısır ve Yunan eserleri yer alıyor. Denon kanadının zemin katında, aralarında Evli Çift Lahti ile Borghese Gladyatörü ‘nün de bulunduğu Etrüsk ve Roma eserlerinin yanı sıra, Michelangelo’nun Ölen Köle’si ve Canova’nın Neo-Klasik Psyche ve Cupido’su (1793) gibi İtalyan heykellerini görmeye çalışın vaktiniz varsa.
Dünyanın ilk yazılı hukuk belgelerinden biri olan siyah bazalt Hammurabi Kanunları (İÖ 1792-50) gibi Mezopotamya eserleride diğer önemli eserler. Fransız hükümetinin 1820 yılında Milos adasından 6.000 Frank’a satın aldığı zarif Yunan heykeli Milo Venüsü’de (İÖ 2. yüzyıl) ayrı bir şaheser.
İkinci kat resim sanatına ayrılmış. Resim sanatını seviyorsanız mutlaka görmelisiniz Albrecht Dürer‘in Kendi Portresi, Johannes Vermeer‘in Dantel İşleyen Kız’ı, Jean-Antoine Watteau‘nun Pierrot’su ve Dominique Ingres‘in Türk Hamamı görülmesi gereken eserlerden. www.sanatinokusu.com’da Louvre’da mutlaka görmeniz gereken eserleri daha detaylı anlattım.
Paris’teki müzelere giriş ücretleri 5-12 euro arasında. Bazı müzelerin giriş ücretleri pazar günleri daha düşük. Louvre, Orsay, Centre Pompidou, Orangerie, Rodin, Picasso gibi müzeler her ay ilk pazar günü ücretsiz.
Unutmadan şunu da eklemeliyim Louvre sarayını gezdikten sonra AVM görmek istersenizde Carrousel du Louvre’de bir tur atabilirsiniz. Ünlü cam piramidin altında büyükçe bir AVM var. Aklınızda bulunsun. 1989’da yapılan cam piramid çok tartışılmıştı. Tarihi binaya yakışmadığını söyleyen çok olmuştu. Ama artık herkes alıştı sanırım. Cam piramitin yapılmasının ana amacı müzeye gelen ziyaretçileri düzene sokmak için bir çeşit geniş bir giriş alanı yaratmakmış. Tuileries bahçesinden çıkmadan Orangerie müzesindeki Monet’in muhteşem nilüfer tablolarını ve daha birçok Empresyonist ressamın resmini görmelisiniz.
Aşıklar Köprüsü – Pont des Arts
Louvre müzesinden çıktıktan sonra Seine nehrinin en güzel köprülerinden biri olan Aşıklar Köprüsü – Pont des Arts’da görelim. Bir zamanlar çiftler aşkları sonsuza kadar sürsün diye köprüye kilitler asarmış. Son tadilattan sonra yasaklanmış. Ama hala ısrarlı çiftler varmış:) Aslında köprünün asıl adının sanat köprüsü olduğunu unutmayalım.
Napoleon zamanında 1884 yılında yapılmış köprü. 155 metre uzunluğundaki köprüden gün batımını seyretmek çok zevkli. Zamanının ilk metal köprüsüymüş nehir üzerindeki. Yıllar içinde çok ypranan köprü en son 1984 yılında Jacques Chirac tarafından yeniden yaptırılmış.
Paris’in en eski köprüsü Pont Neuf (Yeni Köprü)
Hazır köprülerden bahsetmişken yine aynı bölgede Paris’in en eski köprüsü Pont Neuf (Yeni Köprü)’den bahsedelim. Çok gösterişli değil belki ama Paris’in en eski köprüsü olarak ilgiyi hakediyor. Adı her ne kadar yeni köprü olsada:) yapıldığı dönemin yeni köprüsü olduğu için adı öyle kalmış. Artık muhteşem eserlere ev sahipliği yapan Cite adasına doğru gidebiliriz.
Paris’in ilk yerleşim yeri, Siene Nehri üzerindeki Cite Adası – İle de la Cite
Saint Louis Adası‘na ve ana karaya bağlı olan adada Notre Dame Katedrali, Sainte Chapelle, Conciergerie ve Paris’in en eski meydan saati bulunuyor.
850 yıllık tarihin abidesi Notre Dame-Paris
1163 yılında yapımına başlanan 167 yılda tamamlanan katedral Romanesk tarzdan Gotik tarza geçişin kusursuz bir örneği olarak kabul ediliyor. Fakat zamanında bazı tarikatlar yapıyı gösterişli ve aşırı bulmuşlar.
Paris şehrinin MÖ 250 yıllarında Seine Nehri’ndeki küçük bir adada kurulmuş olduğundan bahsetmiştim.(ile de la Cite) İşte Katedral da bu ada üzerindeki eski bir Roma tapınağının bulunduğu yere, MS 4. ve 6. yapılmış.İlk yapılan tapınaklar ve kiliseler hasar görünce 12. yüzyılda, harabe halindeki eski kiliselerin yerine büyük bir katedral yapılmasına karar verilmiş.
Victor Hugo’nun 1831 yılında yazdığı roman “Notre Dame’ın Kamburu” ile dikkatleri tekrar katedralin üzerine çekmiş. 1864 yılında 23 yıl süren restorasyona girmiş. 75 dev sütundan oluşan 130 metre genişliğindeki katedralde aynı anda 9 bin kişi ibadet edebiliyor.
1334 yılında yapımı tamamlanan yapı Jeanne D’arc’ın yargılanması, Napolyon’un taç giyme töreni, De Gaulle’ün cenaze merasimi gibi önemli olaylara da ev sahipliği yapmış.
Batı cephesinde yer alan vitraylarla süslü gül penceresi katedralde ilk akla gelen güzelliklerden. Ve bence kilisenin en güzel yerleri. Kiliseye giriş ücretsiz.
255 basamak çıkabilirim diyorsanız mutlaka kuzey kulesinde yer alan uçan payandalarını yakından görmelisiniz. 122 basamak çıkarak ulaşabileceğiniz güney kulesinde ki , 1680’lerde dökülen 13 ton ağırlığındaki Emmanuel Çanı’da diğer etkileyeci bir eser. Diğer çanlar devrim döneminde eritilerek top yapımında kullanılmış.
Notre-Dame’ın hemen arkasında, II. Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından öldürülenlerin (200.000 Fransız’ın) anısının yaşatıldığı anıt bulunuyor. Katedrali’nin önünde bulunan meydanda, Fransa’nın sıfır noktası olarak belirlenmiş olan Point Zéro’da bulunmakta. Son yangından sonra hala tadilat sürüyor. 2022 yılındaki son ziyaretimde kilise tadilat nedeni ile kapalıydı.
Notre Dame Kamburu Kitabı
1997 yılında çevrilen başrolünde Selma Hayek’ in oynadığı Notre Dame’ın Kamburu filminin kitaptan uyarlanan filminin konusu kısaca şöyle:
Eserde Claude Frollo adlı bir papaz kilisenin önünde bir bebek bulur ve çok çirkin bir bebek olduğundan ona Fransızcada ‘eksik-tamamlanmamış’ anlamına gelen Quasimodo ismini verir. Quasimodo büyüyünce ise papaz ona zangoçluk görevi verir. Bir süre sonra zilin sesi nedeniyle Quasimodo sağır olur. O sırada bir gün Esmeralda adında bir kızla tanışır kız bir çingenedir. Ama aslında Esmeralda dünyaya bir çingene olarak gelmemiştir.
Çingeneler onu küçükken kaçırmış ve yerine sakat bir çocuğu bırakmışlardır bu çocuk ise Quasimodo’dur. Esmeralda genç ve güzel bir kızdır. Quasimodo’nun onu görüp aşık olmasıyla olaylar karışır çünkü papaz Claude Frollo’da bir din adamı gibi yaşamaktan bıkmıştır ve Esmeralda’ya duygular beslemektedir. 1482 yılında geçen romanda Esmeralda, Quasimodo’nun görünüşünün ötesini görebilmiş ve hayatında ilk kez ona düzgün ve saygılı davranan kişi olmuştur.
Gerçekten muhteşem vitrayları ile Sainte şapeli-Paris
Seine Nehri’ndeki İle de la Cite adasında Notre Dame kilisesinden sonra mutlaka görmeniz gereken diğer önemli yapı Sainte Şapeli (Sainte-Chapelle). Sonradan aziz ilan edilen dindar kral IX. Louis kutsal emanetleri (İsa’nın “dikenli tacı)Bizans imparatorundan (İstanbul’dan)1248 yılında satın almış ve bu şapele getirmiş. Yapı iki ayrı şapelden oluşuyor. Yıldız desenli tavanıyla alt şapeli saray çalışanları kullanıyormuş. 15 m yükseklikteki vitraylı pencerelerden süzülen gün ışığının aydınlattığı üst şapel ise kraliyet ailesi tarafından kullanılıyormuş.
Üst şapeldeki payandalar öyle ince ki, çoğu 13. yüzyıldan kalma vitrayların arasında duvar yokmuş gibi görünüyor. Muhteşem bir ortam.
Sainte-Chapelle 1789-1815 yılları arasında un deposu, aristokratlar kulübü ve Napolyon’un Konsül Hükümeti’nin arşivi olarak kullanılmış, resmi belge yığınlarının konulabileceği başka bir yer bulunamadığından gündeme gelen yıkım planlarından kurtulmuş. Küçük ama muhteşem vitraylara sahip bu şapeli mutlaka görmelisiniz. Paris adalet sarayı ile aynı avluyu paylaştığı için içeri girerken çok ciddi kontrolden geçiyorsunuz. Endişe etmeyin 🙂
Marie Antoinette ve Devrimin tutsaklarının hapishanesi Conciergerie
13 yy da yapılan yapı, ekmek yoksa pasta yesinler diyen Fransa’nın ünlü kraliçesi Marie Antoinette ve Fransız devriminin sayılı tutsaklarının son durağı olmuş. Maximilien Robespierre gibi devrim boyunca hayatını kaybedeb birçok ünlü ünsüz insanın hücresi burada.İlk başta kraliyet sarayı olarak kullanmış yapı. Çok etkileyeci bir yapı tabiki . Vaktiniz varsa ölüm kokan bu yapıyı gezebilirsiniz.
Marie Antoinette Kimdir?
Çok kısa Marie Antoinette neden idam edilmişi anlatayım. 1755’te Viyana’da doğan Marie Antoinette, Kutsal Roma İmparatoru I. Franz ve Habsburg İmparatoriçesi Maria Theresa’nın 15. çocuğuymuş. O dönemlerde siyasi evlilikler çok fazla olduğu için Avusturya -Fransa ilişkilerine katkısı olması amacı ile Marie Fransa’ya gelin gelmiş. Henüz 15 yaşındayken. Halk Avusturya’lı olduğu için o zamanda çok istememiş.Bir sürü sonra Fransa kralı ölünce Marie ve eşi kral ve kralice olmuşlar çok genç yaşta.(19-20 Yaşlarında)
Evliliğinin ilk 7 yılında çocukları olmamış.15. Louis’in aniden ölmesi sonucu henüz çok gençken tahta çıkmışlar. (19-20 yaşlarındayken.) Tahta çıktıkları zaman ülke zor durumdaymış. Ünlü söz “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!” sözü Marie Antoinette’ mi kesin bilgi bulunmuyor. O dönemde monarşiye duyulan öfke ile karalama kampanyası olarak da çıkmış olabilir.
Zaman zaman saray hayatından sıkılıp kılık değiştirip halka arasına karışırmış. Bu durumlar kralı aldattığı yönünde dedikodular çıkmasına sebep olmuş.Hatta bazı dergiler uygunsuz resimlerini bile yapmış. Hatta kralın kardeşi ile de aldattığı yazılıp, çizilmiş. Tabi hiç birinin kesin kanıtı yok. Doğum günü ve kumar partileride halk arasında çok konuşulurmuş. Tüm bu karalama ve kötü şöhret kraliçeye olan saygınlığı azaltmış.
Versay sarayının uzak bir köşesine kendisine bir köy yaptırmış kraliçe. Burada bir soylu gibi değil bir köylü gibi doğal yaşıyormuş. Tabi halk bunu hem müsriflik olarak görmüş hemde halkla alay ettiğini bile düşünmüşler. Hatta ve hatta sevgilileri ile buluşma yeri bile denmiş.
4 Temmuz 1789’da, Paris’te kalabalık bir grup Fransız İhtilalini başlatınca kral ve kraliçe tutuklanmış. Kral giyotine giderken kraliçe Conciergerie hapishanesinde 3 yıl kaldıktan sonra. Kendiside 1793 yılında idam edilmiş.. Hüzünlü bir hikaye ne ne kadar doğru bilemeyiz ama küçük yaşta siyasi amaçlarla yapılan evlilik, politik stresler vs hayatı kötü bitmiş Marie Antoinette’nin.
Versay’ın uzak köşesindeki köyünü ziyaret ettim. Tek kelime ile bayıldım. Hatta bence Versay sarayında güzel olmuş. Şirin küçün evler, ağaçlar, göller arasında.. Küçük hayvanlar, bahçeler… Yaşayamadığı doğal yaşamı belki burada yaşamak istemiş Marie. Bir gün Versay’a gidersiniz mutlaka Marie’nin köyüne göz attın. Pişman olmazsınız.
Conciergerie’in bir başka ünlü konuğu Fransız devrimi liderlerinden Robespierre, hakimlik yaparken daha fazla idam cezası vermemek için istifa etmiş biri Robespierre. Monarşiye karşı yapılan tüm haraketlerin içinde yer alarak birçok kişinin bu uğurda ölmesine sebepde olmuş aynı zamanda. Kralın idam edilmesinde bile aktif rol almış. Fransız devrimine karşı çıkan herkesin ölüm fermanını vermiş.
1789 sonrası herşey güllük gülistanlık olmamış. Devrim sonrası kısa bir cumhuriyet dönemi olmuş Napolyon imparatorluğu kurulana kadar. Bugünkü Fransız Cumhuriyeti 5. Öyle düşünün..Hiç kolay olmamış. İle de Cite adasına veda ederek Sainte Michel bölgesinde de yürüyüş yapmanızı tavsiye ederim.
Saint Michel bölgesinden Paris’in en az Tuileries Bahçesi kadar güzel parkı 22 hektarlık Lüksemburg Bahçesinide gezinize ekleyebilirsiniz.Parkın içinde Luxembourg sarayı, harika bir çeşme, bir sürü heykel ve güzel bir havuz bulunuyor. Zaman planınıza göre siz karar verin:)
Paris’in Pantheon’u 1755 yılında yapılmış.
Dönemin kralı ağır bir hastalığı atlatınca şükranlarını iletmek için yaptırmış kiliseyi. Yani ilk yapıldığında kiliseymiş fakat devrim sonrası anıt yapı olarak kullanılmak istemiş. Arada kilise olmuş tekrar anıt mezar olmuş. Voltaire, J.J. Rousseau, Victor Hugo, Emile Zola, Madame Curie bir çok ünlün son durağı burası. Mezarları zaman içinde burada toplanmış. Etkileyeci bir yapı. Özellikle dünya’nın döndüğünün ilk deneysel ispatı olan Foucault Sarkacı burada.
Sorbone Üniversitesi
Pantheoun’dan çıktıktan sonra hemen yakınındaki Sorbonne üniversitesinide şöyle uzaktan bakmakta fayda var. Üniversite bugün Latin mahallesi denen bölgede. Çok turistik bölge zamanında bilim kültür dili latince olduğu için burada çok fazla bu dil kullanıldığı için bölge ismi böyle kalmış. Bu arada üniversitenin içini gezemiyoruz.
Sorbonne Üniversitesi, yoksul öğrencilerin din eğitimi görmesi için IX. Louis’nin günah çıkarma papazı Robert de Sorbon tarafından 13. yüzyılda kurulmuş ve 1624-42 yenilenmiş. Fransa’nın ilk üniversitesi aynı zamanda. Daha sonra Sorbonne Üniversitesi adını almış. Özellikle sosyal bilimler alanındaki eğitimi tercih edilen üniversiteler arasında.
Buralara kadar gelmişken Saint Germain Bulvarını ziyaret etmemek olmaz. Daha bir Fransız sanki bu bölge biraz daha elitmi desem bilemedim ama ayrı bir havası.
Motorlu araç trafiğine kapalı St-Louis adası- Paris
Çok şirin bir ada. İle de la Cite adası ile aynı gün gezebilirsiniz aslında. Adanın en popüler adresi, bir Paris klasiği olan ünlü Berthillon dondurmacısı. Mutlaka denemelisiniz. Charles Baudelaire 1845 yılında “kötülük çiçekleri”nin bir kısmını bu adadaki evinde yazmış
Ömrünü, Leh halkının özgürlük mücadelesine adayan şair Mickiewicz 1832-40 yılları arasında Paris’te sürgün hayatı yaşamış. Mickiewicz’in evi de bu küçük adada. Leh kültürüne adanan bir kütüphane ve küçük bir müzeye dönüştürülmüş evi. Şirin bir mahallede Paris’i hissetmek istiyorsunuz burası doğru nokta.
Atina’daki ünlü Akropolis’e benzeyen Madeline kilisesi (1764) -Paris
Antik Yunan tarzında ki kilise devrim döneminde borsa, banka yapılmak istenmiş. Madeline, monarşinin kurulmasıyla 1842 yılında bir kilise olarak kutsanmış.Çoook güzel. Bazen içinde klasik müzik konserleri oluyormuş. O ambiansı yaşamak harika olur. Ben konsere denk gelemedim.
Muhteşem iç mimarisi ile Garnier opera binası
Bu binayı görüp sevmemek mümkün değil. Muhteşem bir iç mimari var. Dışı ayrı güzel tabi. Opera Garnier binası bir buluşma noktası aynı zamanda. Opera, bale sever misiniz bilmiyorum ama en azından mutlaka içini gezmelisiniz. Sadece gezi için ayrı bilet satılıyor. Maalesef Paris’de bulunuduğum zamanlarda herhangi bir performansı seyretme şansım olmadı. Son gittiğimde gizlice bale provalarını seyrettim. Prova bile muhteşemdi.
1900 kişilik performans salonu altın yaldızları ve bordo koltuklarla çok etkileyeci. Binanın yapılması 13 yıl sürmüş. Aslında bu binanın çok yakınında eski bir opera binası varmış. 3. Napolyon burada bir suikasta uğrayınca. Eskisinin yerine yenisinin yapılmasını istemiş. Binanın yapımı için yarışma açılmış genç mimar Charles Garnier kazanmış.
Binanın Louvre’a bakan girişinde ünlü müzisyenlerin büstleri bulunuyor. Binada bugün daha çok bale gösterileri yapılmakta. Rivayete göre bina dekorasyonu ve mimarisi ile şık olmasına karşın akustiği çok iyi olmadığı için operalar daha çok Bastille’deki yeni opera binasında yapılmaktaymış.
Oditoryumun tavanındaki resimler 1964 yılında Marc Chagall tarafından yapılmış. Binanın yapımında 13 ressam ve 73 heykeltıraş çalışmış.Binanın bir diğer etkileyeci alanı fuaye alanı. Tıpkı Versay sarayının aynalı salonu gibi altın varaklı, bol kristal avizeli etkileyeci bir yer. Bir ufak bir bilgi daha ekleyim ünlü Türk balet Tan Sağturk uzun süre bu operada performans göstermiş. Çok gurur verici:)
Napolyon’un zaferleri onuruna dikilen Vendome Sütunu ve meydanı -Paris
1.250 Avusturya topundan dökülen sütunun üzerindeki imparatorun heykeli 4,3 metre yüksekliğinde. Orijinal heykel, 1871 ayaklanmasında ressam Gustave Courbet‘nin girişimiyle devrilmiş, fakat iki yıl sonra, masrafı ressam tarafından karşılanarak yeniden yapılmış. Meydanda şok şık mağazalar var. Öyle böyle şık değil. Fiyatların dudak ucakltığı meydan çevresi.. Tam gezmelik:) Prenses Diana‘nın ölmeden önce kaldığı Ritz Carlton’da bu meydanda.
Kent sakinleri arasında tepe olarak bilinen Montmartre tepesi -Paris
200 yıldan uzun bir süredir sanat ortamı ve bohem yaşam tarzıyla anılan Montmartre’ı gezi otobüsüyle yada yaya olarak dolaşabilirsiniz. Tepeyi tırmanan en iyi zahmetsiz yolu ise fünikiler hattı.
Eskiden burası Paris’in dışında kalan bir bölgeymiş. Bu yüzden kiralarıda da ucuzmuş. O dönemin sonradan çok ünlü olan ressam ve heykeltıraşları burada kalırmış. Tabi ucuz olmasının yanısıra bölgede daha çok sıradışı fikirli insanların yeri olması sanatçılar için tercih sebebi olmuş.Hatta zamanla her türden sanatın ve sanatçının toplandığı bölge haline gelmiş. Kabareler ve Showlar nedeni ile ahlaksız bir bölge olarak anılmaya başlamış bir dönem.
Bölgede no:13’te yer alan Bateau-Lavoir’da Picasso ve Braque Kübizm’i geliştirdikleri, Modigliani‘nin resim yaptığı ve Apollinaire’in ilk Sürrealist dizelerini yazdığı popüler bir stüdyo bulunmakta.
Burası tepelik bir yer olduğu için eskiden burada bolca yel değirmeni varmış. Ancak iki tanesi dışında diğer tüm yel değirmenleri sökülmüş. 1717 yılından kalma iki yel değirmeni Moulin de la Galetta olarak biliniyorlar.
Place du Tertre Meydanı güzel vakit geçirmek için harika bir yer. Mutlaka bir sokak ressamına karikatürünüzü çizdirmeli ya da şöyle eli yüzü düzgün bir portrenizi yaptırmalısınız.
Paris’in simgelerinden biri Sacre Coeur Bazilikası -Paris
Aslında 20.yy’ın başlarında açılmış olması nedeni ile kentin en eski yapılarından sayılmıyor ancak en etkileyicilerinden biri olduğu da kesin. Bir çeşit traverten olan kalker taşından yapılmış. Her yağmurda kilise baştan aşağı temizleniyor gibi oluyormuş. 100 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen halen bir kuğu gibi bembeyaz ve tertemiz görünüyor.
1870 yılında Almanya’yı ele geçirmiş olan Prusya’nın Fransa’ya tehdit oluşturmasıyla birlikte, Paris’te yaşayan 2 iş adamının bu savaştan kurtulmaları sonucunda kilise inşa edeceklerini vaat etmesiyle meydana gelmiş. 1914 yılında bitirilmiş.
Aslında tepenin tarihi biraz daha eski. 3 yy’da Hristiyanların işkence gördüğü dönemde bir piskoposun boynu vurulmuş ancak piskopos kopan başını kucağına alıp Paris’in kuzeyine doğru vaazlar vererek ilerlemeye devam etmiş ve sonunda bugün Sacre Coeur Bazilikası’nın bulunduğu yerde hayata veda etmiş. Kiliseye “kutsal yürek” adı verilmesinde bu olayın da payı olduğu söyleniyor.
Kripta olarak da bilinen bazilikanın bodrum katında kilisenin yapımına maddi destekte bulunan iş insanının vazo içerisinde saklanan kalbi ilginç noktalardan biri. Yaklaşık yüz yıl önce kutsanmasına rağmen hâlâ tartışma konusu olan bina, kimileri tarafından “kaba bir pastiş” olarak küçümseniyormuş.
Sacre Coeur’ün birkaç adım batısında, kentin en eski kiliselerinden biri olan St-Pierre-de-Montmartre bulunuyor. 1147 yılında kutsanan kilise, 18. yüzyıl cephesine rağmen, erken Gotik mimarinin güzel bir örneği.
11 hektarlık alana yayılan Montmartre Mezarlığı 1825 yılında açılmış. Heykelleri, anıtları ve şapelleriyle dikkatinizi çekebilir. Ressamlar tepesindeki bir diğer ilginç nokta ise sevgi duvarı. Duvardaki toplam 612 seramik üzerinde 250 farklı dilde “Seni Seviyorum” yazılmış.
Paris’in “kırmızı noktalı” bölgesi Pigalle -Paris
Yiyecek dükkânları ve bohem atmosferiyle ilgi çeken kafelerin sıralandığı ünlü semt. Erotizm müzesi dahil birçok farklı mekanı bulunuyor Pigalle’in. Eskiden daha çok uyuşturucu ve seks mekanları ile ünlü iken son yıllarda yeni açılan mekanlarla kalitesini artmış.
Dünyanın resmi olarak en eski kabaresi Moulin Rouge -Paris
Boulevard de Clichy 82 adresinde yer alan Moulin Rouge 1889 tarihinde hizmete girmiş. Neredeyse 130 yıllık bir geçmişe sahip olan Moulin Rouge, kan kan dansının da dünyaya kazandırıldığı kabare olarak biliniyor.
Bu kabare sayesinde kan kan dansı Türkiye’de dahil tüm dünya ülkelerinde sevilen bir dans haline gelmiş. Son derece modern bir organizasyon olan Moulin Rouge kabaresi. Kaliteli showlar ve yemek için Lido yada Moulin Rouge’ya mutlaka gitmelisiniz. Bütçeniz uygunsa bence ikisini de görmek lazım.
Bu arada ressam ve illustrasyon sanatçısı Henry de Toulouse Lautrec 1891 yılında ‘Moulin Rouge : La Goulue sokak afişi ile kabareyi kısa zamanda dünya çapında tanıtmış. Ressamın hayat hikayesi çok dokunaklı.
Paris’de mutlaka görmeniz gereken 2. adres Lido -Paris
Şanzelize’nin en güzel gece mekanlarından Lido. 1946‘da kurulmuş. İ1977’de şu an bulunduğu yerine taşınmış. Paris gece hayatının seksi ve sanatsal showları için mutlaka ama mutlaka görmelisiniz.
Dansları, haraketli sahnesi, kostümler iherşey çok nezih Paris’e gelip seyretmemek olmaz.
Rivayete göre dansçı bayanlar doktor önerisi ile 3 yıl sonra işden ayrılıyormuş. Fiziki olarak daha fazlasına dayanamıyorlarmış. Çok ağır şartlar ile 2 sene eğitildikten sonra sahneye çıkıyorlarmış.
Dansları, haraketli sahnesi, kostümleri her şey çok nezih Paris’e gelip seyretmemek olmaz. 2022 yılında seyrettiğimde ilk gösterilerin tadını alamadım ama yine de çok keyifliydi.
Tersyüz edilmiş gibi görünen cephesiyle Centre Pompidou -Paris
Sıra dışı cephesiyle dikkat çeken Centre Pompidou, asansörler, havalandırma ve su tesisatı, hatta bina iskeletiyle tersyüz edilmiş bir yapıyı andırıyor. Büyük tartışma yaratmış bu yaklaşım. Hatta bazıları buranın bir sanat merkezinden ziyade petrol rafinerisine benzediğini iddia etmiş.
İç mekanda maksimum alan kullanımı için elektrik, ısıtma, su gibi tüm tesisat binanın dışına yapılmış. Hem tesisatların birbirine karışmaması hem de görsel açıdan bir bütünlük ve güzellik sağlamak için farklı tesisatlar da farklı renklerle kaplanmış.Örneğin; su tesisatı yeşil, havalandırma mavi, elektrik tesisatı sarı ve asansör tesisatları da kırmızı borular içerisinde yer alıyor.
1977 yılında inşaatı bitip açılan binada merkezde bir sinema salonu, kütüphane, tasarım merkezi, müzik “laboratuvarı” ve müze yer alıyor. Binanın önündeki popüler meydanda, Niki de Saint Phalle’in rengârenk heykelleriyle süslü Stravinsky Çeşmesi var.
Merkezin dördüncü ve beşinci katlarında, Ulusal Modern Sanat Müzesi var. Modern dönemde Vassily Kandinsky, Paul Klee, Yves Klein, Henri Matisse, Pablo Picasso ve Jackson Pollock’un eserleri ile Dadaizm, Bauhaus ve Sürrealizm bölümlerini de sevebilirsiniz eğer resim sanatına meraklıysanız.
Altıncı katta geçici sergilerin yanı sıra, minimalist dekorasyonuyla ilgi çeken lüks Georges restoranında bir şey yemelisiniz bütçeniz uygunsa. Biraz pahalı 🙂 Sanat severseniz Muse National d’Art Modern biletiyle, Rumen heykeltıraş Constantin Brancusi’nin stüdyosunu da ziyaret etmelisiniz.
Eskiden bataklık olan, bugün Yahudi ve gaylerin çoğunlukta olduğu Marais -Paris
Tarih kokan sokakları ile mutlaka görmeniz gereken bir yer Marais. Bu gölgede yer alan Picasso müzesi eski Hötel Said’den dönüştürülmüş. Müzede, Picasso imzalı 200 resim, 158 heykel ve Braque, Degas, Renoir ve Rousseau gibi sanatçıların eserlerini görebilirsiniz. Vaktiniz varsa Marais sokaklarında kaybolun.
Paris’in en etkileyici meydanı Place des Vosges -Paris
Meydan, 1605 yılında eski bir at pazarının yerine, “bütün evler birbirinin eşi” olacak şekilde yapılmış. Bir dönem zenginlerin düello mekanı olmuş. Louvre sarayın yöneticilerinin konaklaması için yapılmış evler. Bir çeşit lojman 🙂 Bizim Akaretler gibi. Osmanlı döneminde saraylarda çalışan memurların kaldığı bölge, nasıl Akaretler ise Place des Vosges’de öyle.
Victor Hugo (1832-1848) no:6’daki evde yaşamış. Yazarın eşyaların olduğu ev küçük bir müzeye dönüştürülmüş. Bölgede yaşayan yahudiler için yapılan sinagogun cephe süslerini göz atın mutlaka.
1990 yılında yeni opera binasının açılmasıyla hayat bulan Bastille -Paris
1789 yılındaki ünlü büyük devrimde baskına uğrayan ünlü Bastille Hapishanesi’nden hiçbir iz kalmamış. Meydanın ortasında yükselen sütunu bile 1830 devriminin anısını yaşatıyor.
Gümüş renkli devasa bir küre La Gaode-Paris
Bir IMAX sinemasının bulunduğu La Gaode. Yakınında, eski denizaltı L’Argonaute ve midesi çabuk bulananların uzak durması gereken sinemalı uçuş simülatörü Cinaxe yer alıyor.
2.300 odalı muhteşem saray Versailles (Versay)
1661’de Av Köşkü olarak yapılmış Versay sarayı. Zamanla genişleyerek bugünkü halini almış. Ama özellikle 14. Louise döneminde en ihtişamlı günlerini yaşamış. Paris’in 24 km güneybatısındaki saraya 45 dakikalık tren yolculuğu ile ulaşabiliyorsunuz. 2.300 odalı muhteşem sarayın içi ayrı, bahçeleri ayrı güzel. Hatta bence bahçeleri daha güzel 🙂
Sarayını içi ve bahçe için ayrı bilet almak gerekiyor (Mutlaka bileti internetten alın çok sıra oluyor) Sarayda 2300 oda olmasına rağmen yapımında tuvalet ve banyo düşünülmemiş. Aslında kanalizasyon sistemi yapılmamış. Sebebi o zamanlarda kralların ve soyluların istediği yerde ihtiyaçları giderebiliyor olmasıymış. Versay sarayı’nın kötü kokusu tüm Avrupa’da bilinirmiş.
Çoğu zaman Iağım çukurları çok uzakta olduğu için lazımlıklar dolunca pencerelerden aşağı dökülüyormuş.Herkes için yeterli hijyenik lazımlık olmadığı ve soylular uşağı beklemek istemediği zamanlarda perdelerin ardında ihtiyacını gideriyormuş.( Dizilerde bile bu şekilde senaryolaştığını gördüm) 14. Louis döneminin anlatıldığı Netflix’deki Versay dizini şiddetle tavsiye ederim. O dönemi güzel canlandırmışlar.
Aynalar Salonu, Kraliyet Şapeli, Kraliyet Opera, Kongre Salonu sarayın en muhteşem yerleri. Bahçede en çok Marie Antoinette’in köyünü beğendim. Akşamları bahçede müzik ve fıskiye gösterileri oluyor.( Tabi bunun içinde ayrı bilet almak gerekiyor) Göletin etrafını ister bisiklet ile ister golf arabaları ile gezebilirsiniz. Hatta gölette kürek çekerim diyorsanız. Ufak kayık kiralanabiliyor.
Peyzajı ile dikkat çeken bahçenin içerisinde hatırı sayılır büyüklükte bir de gölet bulunmakta. Sarayın içi kadar bahçeleri de görülmeye değer. Bahçe o kadar büyük ve etkileyeci ki buggy arabalar kiralayıp bahçeyi gezebiliyorsunuz. Mesela Marie Antoinette’nin köyü biraz uzakta fakat mutlaka görülmeli. Marie Antoinette, burada bir soylu gibi değil bir köylü gibi doğal yaşıyormuş. Tabi halk bunu hem müsriflik olarak görmüş hemde halkla alay ettiğini bile düşünmüşler. Hatta ve hatta sevgilileri ile buluşma yeri bile denmiş. Köydeki evler, hayvanlar ve gölet muhteşem. Pişman olmayacaksınız. Versay’ın hakkını vermek için 1 tam gününüzü ayırmalısınız. Biletler için bu linki kullanabilirsiniz.
Monet’in ünlü nilüfer tablolarını yaptığı Giverny
Paris’in 85 km kuzeybatısındaki Giverny’de sadece 500 civarında insanın yaşıyormuş. Ünlü ressam Claude Monet’nin ömrünün son (1883’ten 5 Aralık 1926’da ölene kadar) 43 yılını geçirdiği evide Giverny’de.
Paris Orangerie müzesi‘deki 360 derecelik dev nilüferler tablolarını vaktiyle bu atölyede yapmış Monet. Bahçedeki bir alt geçitle yolun karşısındaki su bahçesini mutlaka gezmelisiniz. Muhteşem bir doğa..
Ayrıca kasabada Empresyonzim müzesi de görülmesi gereken yerlerden. Gelmeden önce mutlaka çalışma saatlerini m kontrol etmelisiniz. Kış dönemi kapalı oluyor. Kasaba başlı başına harika bir yer. Bir de buralara kadar gelmişken Monet’nin mezarını da ziyaret edebilirsiniz.
Çocuklar için eğlence mekanı Disneyland
Paris’e çocuklarla geldiyseniz yada ben çocuk ruhluyum diyorsanız mutlaka Disneyland’e gitmelisiniz. Disneyland içindeki otelde kalırsanız 1 saat erken girme gibi farklı avantajlarınız oluyor. Otellerin içi de çocuklar için dekore edilmiş. Masal diyarında gibi oluyorsunuz.
Sıra beklememek için fast past yada VIP kartlar ayrıca ücretlendiriliyor. Telefon uygulamasından bekleme sürelerini görerek hareket edebilirsiniz. Biletinizi internetten bir gün önce alırsanız daha ucuza geliyor. Aynı gün internetten alınca indirim olmuyor. Paris’ten tren ile 45 dakikada gidiliyor.
Paris’in Tarihi
Paris’in geçmişi, Seine Nehri’ndeki İle de la Cita adasında kurulan küçük balıkçı kasabası ile başlamış. Zenginliği ve stratejik konumuyla Jül Sezar’ın da dikkatini çekmiş kent. MÖ 52 yılında Romalılar tarafından ele geçirilmiş.
Halkı MS 250 civarında Hıristiyanlık’la tanıştıran Aziz Denis Romalı yetkililer tarafından idam edilmiş. Bildiğiniz gibi hristiyanlık öyle kolay kabul edilmemiş. Azizin, kesik başını kolunun altında taşıyarak bugün Aziz Denis Manastırı’nın bulunduğu yere kadar yürüdüğü söyleniyor.
14.yüzyılda, veba salgını ve İngiltere’yle yapılan yüz yıl savaşları’nın yarattığı siyasi istikrarsızlık tüccar sınıfının sivrilmesine yol açmış. Protestanlar ve katolikler arasındaki mücadele şehrin gelişimine gölge düşürmüş. 1572’deki Aziz Bartolomeus Yortusu’nda 3.000 Protestan’ın katledilmesiyle başlayan mezhep savaşları, 1589 yılında son bulmuş. Katolik Birliğine teslim olana kadar 13.000 kişi hayatını kaybetmiş.
Güneş Kral olarak tanıdığımız 14. Louis (1643- 1715) çok sevilmese de, zamanla taşra soylularını kendine çekmiş. 13.Louis kentin dışında yaptırdığı Versailles(Versay) sarayına taşınmış. O dönem bu kararı ciddi eleştiriler almış. Yazının devamında Versay sarayını detaylıca anlatmaya çalıştım. Yeni sarayında büyük harcamalar yaparak yaşamış 14. Louis. Netflix’deki Versay dizini şiddetle tavsiye ederim. O dönemi güzel canlandırmışlar.
Kentin nüfusu 17. yüzyıl sonunda 560.000’e ulaşmış. XV. Louis (1571-574) ve XVI. Louis (1774-93) dönemlerinde, yolsuzluk ve ağır vergiler halk arasında huzursuzluk yaratmış. Vergilere yönelik protestolarla başlayan ayaklanmalar monarşi, aristokrasi ve kilisenin imtiyazlarına karşı toplumsal bir harekete dönüşmüş.
14 Temmuz 1789 tarihinde Bastille’e giren devrimciler ilerleyen dönemde muhaliflere yönelik terör faaliyetlerinde bulunmuşlar. Hepimizin yakından bildiği Fransız ihtilali böyle gelişmiş Fransa’da. Terör dönemi, XVI. Louis’nin 21 Ocak 1793 tarihinde halkın huzurunda idam edilmesiyle zirveye ulaşmış. (Marie Antoinette‘in hayatının son bölümüne anlatan film bu dönemi güzel anlatıyor. Tavsiye ederim.)
Tabi Fransa’nın İngiltere’den sonra dünyanın 2. büyük sömürge imparatorluğu olduğu bilgisini de eklemeleyim. Fransa’nın yüzölçümü 632 bin kilometrekare iken, 20. yüzyılda kendi ülkesinin 17 misli büyüklüğünde yaklaşık 11 milyon kilometrekareye yakın toprağı sömürüyormuş. 1958 yılında bir çok sömürgesinden vazgeçsede Afrika kıtasındaki 14 ülkeyi sömürmeye devam ediyor. Dolayısı Paris’de göreceğiniz zenciler kaynağı bu sömürge ülkelerden gelen iş gücü.
Kronolojik Tarih
MÖ 250 Seine Nehri üzerindeki İle de la Cite’de Kelt yerleşimi kurulmuş.
MÖ 52 Romalılar, bugünkü Sol Yaka’nın iç kesimlerine yerleşmiş.
508 Frank Kralı Clovis Paris’i başkenti yapmış.
1420 Paris İngilizler tarafından işgal edilmiş.
1431 İngiltere Kralı VI. Henry Fransa kralı olarak taç giymiş.
1436 İngilizler, Calais dışındaki bölgelerden kovulmuş.
1682 XIV. Louis sarayı kent merkezi dışındaki Versailles’a taşımış.
1789 Bastille baskını: Fransız Devrimi başlamış.
1793 XVI. Louis ile Marie-Antoinette idam edilmiş. Terör Dönemi.
1804 Napolyon Bonaparte imparator olmuş.
1814-5 Napolyon sürgün edilmiş. Bourbon monarşisi yeniden kurulmuş.
1830 Burjuva devrimi; Yurttaş Kral Louis-Philippe taç giymiş.
1848 Louis-Napolyon iktidara gelmiş.
1870-71 Fransa-Prusya Savaşı; ikinci imparatorluk sona ermiş. Paris kuşatılmış.
1871 Paris Komünü: 10 hafta süren Sosyalist yönetim.
1900 Metro sistemi açılmış.
1914-8 1. Dünya Savaşı; Almanlar Paris’in iç kesimlerine girmiş.
1939 II. Dünya Savaşı başlamış.
1940 Fransız hükümeti teslim olmuş. Almanlar Paris’i işgal etmiş. 1944 özgür Fransa ve Müttefik birlikleri Paris’i kurtarmış.
1958 Dördüncü Cumhuriyet sona ermiş. General De Gaulle cumhurbaşkanı olmuş.
1968 öğrenci ayaklanmaları, genel grevler.
1977 Jacques Chirac 1871 yılından sonra seçimle iş başına gelen ilk belediye başkanı olmuş.
1981 François Mitterrand cumhurbaşkanı seçilmiş.
1995 Jacques Chirac cumhurbaşkanı seçilmiş.
2002 Frank tedavülden kalkmış, resmi para birimi Euro olmuş.
2007 Nicolas Sarkozy cumhurbaşkanı seçilmiş.