İçindekiler
Kıbrıs denince akla ilk gelen şey ışıklı gece hayatı ve kumarhaneleri ama bu kadarla bitmiyor yavru vatan elbette. Yeşili, mavisi, alışveriş ve sosyal hayatı, plajları, antik kentleri ve mutfağıyla bir cennet adası Kıbrıs. Akdeniz’in ortasında adeta bir inci gibi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sadece Türkiye tarafından tanınıyor.
Akdeniz’deki adalar arasında, Sicilya ve Sardinya’dan sonra gelen üçüncü büyük ada kendisi. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sadece Türkiye tarafından tanınıyor. Kıbrıs,yani ada tüm dünyada Kıbrıs Cumhuriyeti olarak biliniyor. Üstelik Birleşmiş Milletler’e soracak olursak adanın kuzey kısmı Türkler tarafından işgal edilmiş bir bölge, böyle nitelendiriyorlar. Ercan Havalimanı’na sadece Türkiye’den kalkan uçaklar iniş yapıyor. İngiltere’den ya da Almanya’dan Kuzey Kıbrıs’a gideyim derseniz, direkt gidemiyorsunuz. Önce Türkiye’ye gelip, oradan aktarma yapmanız gerekiyor. İlginç bir şekilde, KKTC’de şehir kavramı yok, bunun yerine ilçeler var. Yani Kuzey Kıbrıs bir şehirmiş de ilçelerine bölünmüş gibi aynı. Başkent Lefkoşa, dünya üzerindeki tek bölünmüş başkent olma özelliğini taşıyor. Çünkü hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin hem de Güney Kıbrıs Rum kesiminin başkentliğini yapıyor. Kıbrıs’ta kumarhaneler de tamamen yasal, ülkemizin aksine ve Kuzey Kıbrıs ekonomisine katkısı yılda 800 milyon civarında deniyor.
Kıbrıs adası Osmanlı Devleti tarafından fethedilene kadar(1571) Mısırlılar, Hititler, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Bizanslılar, Cenevizliler, Memlûklüler ve Venedik’liler tarafından yönetilmilmiştir.1571 yılından sonra Osmanlı imparatorluğu tarafından idare edilmiş ada, ta ki 93 Harbine kadar. 93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus harbi) sonucunda Rus askerlerinin İstanbul’a kadar gelmiş Osmanlı devleti ağır şartlara Ayestefonas anlaşmasını imzalamak zorunda kalmış.
Tabi İngiltere, Rusya’nın Türkiye’de böyle güçlü bir hale gelmesinden rahatsız olup sözüm ona arabulucu olmuş. Uluslarası bir toplantı ile Rusya’nın savas sonrası etkinliklerini azaltmak için yardımcı olmuş bunun karşılığında da Kıbrıs adasına gözünü dikmiş.
2. Abdulhamit döneminde Kıbrıs adası yönetimini İngilizlere bırakılmış.1878(Egemenlik hakları Osmanlı imparatorluğunda kalmak kaydı ile) Birinci Dünya savası sonrası imzalanan Lozan anlaşması ile ada kontrolu tamamen elimizden çıkmış. Yıllar içinde adadaki Rumların Yunan tarafınında desteğini alarak Türk’lere yaptığı eziyetler sonrası 1974 yılında Türkiye Cumhuriyeti adaya barış haraketi yapıp 1983 yılında KKTC kendi özgür, bağımsız devletini kurmuş ve bunu tüm dünyaya ilân etmiş.
Trafik buradaki gibi sağdan değil, soldan akıyor. Dolayısıyla da arabaların direksiyonları sağ tarafta. Bunun sebebi olarak adanın bir dönem İngiliz hakimiyeti altında kalması gösteriliyor. Trafik konusuna girmişken, Kıbrıs trafiğinden bahsedeyim biraz size.
Kuzey Kıbrıs Trafik Kuralları
Türkiye’de trafiğin yoğun olan bölgelerinde araba kullandıysanız eğer, Kıbrıs’ta da araba kullanmak size zor gelmez muhtemelen. Sol elle vites değiştirmeye de alışıyor insan bir zaman sonra. Şehir içinde bulunan bazı bölgelerde olan sabit hız radar kutuları var. Bu sabit hız radarları gizli değil hatta radara gelmeden önce bilgi tabelaları ile şoförlere bir nevi uyarılar yapılıyor. Amaç ceza kesmekten ziyade güvenli sürüş sağlamak yani. Çoğunlukla yerleşim yerlerinde bulunuyorlar ve saatte 50 km hızı aşmamanız gerekiyor. Yerleşim yeri dışındaki kameralarda ise 65 km hız limiti var. Bazı kamera kontrollerinde ise çift şerit, yani hem gidiş hem de dönüş olarak hız kontrolü yapılıyor. Kıbrıs’ta radar cezasından kaçındığınız kadar dikkat etmeniz gereken bir diğer konu, yanlış park cezası. Tahmininizden daha hassas davranılıyor bu yanlış park hususunda. Oldu ki yanlış parktan dolayı ceza aldınız, ülkeden çıkmadan önce mutlaka ödemeniz gerekiyor. Yaya geçitlerinde sürücüler, yayalara yol vermek zorunda, buradaki gibi yaya gördüm üzerinde süreyim yok. Kıbrıs’ta trafik konusunda bilmeniz gereken en önemli konulardan biri de çemberler. Çemberlerde öncelik kesinlikle çemberdeki araçların. Trafikte çemberde yol vermemek hiç hoş karşılanan bir durum değil, bilginiz olsun.
Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti Para Birimi
Kuzey Kıbrıs tüm ithalat ve ihracat faaliyetlerini Türkiye üzerinden gerçekleştiriyor. Para birimi olarak Türk Lirası ve Euro kullanılıyor ancak İngiliz Sterlini de sıklıkla kullanılıyor. Paradan bahsetmişken, Kuzey Kıbrıs’ta ilk evinizi aldığınızda yalnızca %1 vergi ödüyorsunuz. Ne muhteşem değil mi? Burayı yaşanılır kılmak için bile yeterli bir sebep ama bir tek bu değil. Kuzey Kıbrıs aynı zamanda dünyanın en güvenli ülkelerinden. Suç oranları oldukça düşük. Bana en ilginç gelen ayrıntılardan biri de tatiller olmuştur, çünkü Kıbrıs’ın tatilleri Türkiye’ye göre ayarlanıyor. Burada tatil ise bilin ki Kıbrıs’ta da tatil. Boşuna yavru vatan demiyoruz tabi…
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin nüfusu 2017 verilerine göre 326 bin kişiden oluşuyor. Türkiye ile arasında 1 saatlik zaman farkı var. Kuzey Kıbrıs, Türkiye’den 1 saat geride. Kıbrıs’ın en ilginç özelliklerinden biri de, İngiltere dışında gerçekleşen tek İngiliz kraliyet düğününe ev sahipliği yapmış olması, sene 1191’de I. Richard’ın düğünü tek yurt dışında yapılan düğün olarak kayıtlara geçmiş.
Kıbrıs’tan bunları yapmadan dönmeyin!
1- Kıbrıs deyince akla ilk gelen şey elbette casinolar, buralara kadar gelmişken, bir gece casino ziyareti yapın ve şansınızı deneyin derim. Eğer bu size uygun bir şey değilse bile en azından bir casinoya gidin ve şansını deneyenlerin heyecanına ortak olun. Kıbrıs’taki otellerinde neredeyse hepsinin kendine ait bir casinosu bulunuyor.
2- Girne limanında günü batırın. Denizin, iyotun kokusunu içinize çekin, limandaki tekneleri izlemenin keyfine varın. Burası gün batımın en keyifli yaşandığı yerlerden biri Kıbrıs’ta, mavinin üzerine çöken kızıllığın tadına varmadan Kıbrıs’tan dönmeyin.
3-Salamis Antik Kenti’ni görmeden Kıbrıs’tan dönmeyin. Burası, görebileceğiniz en güzel antik kentlerden biri, zamanında Kıbrıs’a da başkentlik yapmış üstelik. Tarihi 11. yüzyıla dayanan bu kültür mirasını mutlaka görmelisiniz. Antik kent ziyaretinin öncesi ya da sonrasında Long Beach’te deniz keyfinizi yapabilirsiniz, buraya oldukça yakın bir mesafede bulunuyor. Su sporları için de uygun bir plaj burası.
4- Lala Mustafa Paşa Cami (St. Nicholas Katedralini görmeden Kıbrıs seyahatinizi bitirmeyin. Gazimağusa’da bulunan en büyük Ortaçağ yapısı olmasının yanı sıra bozulmamış Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri. Kıbrıs tatil anılarınızda olmasını isteyeceksiniz, buna eminim.
5-Othello Kalesi’ni mutlaka ziyaret edin. Shakespeare Othello’sunu yazarken bu kaleden etkilenmiş. Döndüğünüzde eğer halâ sahneleniyor olursa Shakespeare’in ünlü Othello’sunu izleyin. Tiyatro oyununa denk gelemeyenler için de Othello’nun 1995 yılında çekilmiş bir filmi mevcut. Dijital ortamda izleyebilirsiniz.
6- Girne’nin güneyinde yükselen Beşparmak dağları’nın eteğinde bulunan Bellapais Köyünün mis gibi havasını soluyun.
7- Son olarak, hellimli yemeden, hellime doymadan hatta eşe dosta hediye etmek için birkaç paket hellim almadan dönmeyin.
8- Alkol ve sigara kullanıyorsanız, adanın vergi avantajı nedeni ile daha uygun fiyatlı ürünlerini almadan dönmeyin.
Kuzey Kıbrıs’tan Güney Kıbrıs’a geçebileceğiniz, yedi ayrı sınır kapısı bulunuyor. Konu buraya gelmişken hemen bu sınır kapılarından da bahsedeyim. Giriş yapma şeklinize göre seçim yapabilirsiniz böylece.
1-Metehan Sınır Kapısı
Motorlu araçlar, bisikletler ya da yaya olarak Metehan Sınır Kapısı’ndan Güney Kıbrıs’a geçiş yapabilirsiniz. Eğer aracınızla geçiş yapacaksanız gerekli koşulları yerine getirmeniz gerekiyor. Öncelikle aracınız sivil plakalı olmalı ve geçiş yaparken araç sigorta ücreti isteniyor.
2-Lendra Palace Kapısı
Her iki bölgenin de çarşısının ortasında bulunuyor bu kapı, sadece yayalar için uygun. Bir adım geride Kuzey Kıbrıs’tayken bir adım ileride Güney Kıbrıs’ta oluveriyorsunuz.
3- Lokmacı Sınır Kapısı
Güney ve Kuzey Kıbrıs çarşılarını birbirinden ayıran kapı olma özelliğini taşır ve aynı Lendra Palace kapısı gibi, sadece yayaların geçişine uygundur.
4-Beyarmudu Sınır Kapısı
Bu kapı Pile köyünde yer alıyor, bu köyde hem Kuzey Kıbrıs hem de Güney Kıbrıs’lı vatandaşlar birlikte yaşıyorlar İngiliz Üslerinin içerisinden geçiyor ve hem motorlu araç hem de yayaların geçişine uygundur.
5-Bostancı (Güzelyurt) Sınır Kapısı
Lefkoşa’nın batısında bulunan Bostancı Köyü’nde yer alıyor, ismini de köyden alıyor elbette.Hem motorlu araç hem de yayaların geçişine uygun.
6- Yeşilırmak Kapısı
Lefkoşa’nın batısında bulunan Yeşilırmak Köyü’nde yer alıryor, Bostancı gibi hem motorlu araç hem de yayaların geçişine uygun.
7-Akyar Kapısı ( Gazi Mağusa )
Gazi Mağusa’da bulunan tek sınır kapısı Akyar. Hem motorlu araç hem de yayaların geçişine uygun.
Kıbrıs’a Nasıl Gidilir?
Kendi aracınızla;
Kıbrıs’a kendi aracınızla gelecekseniz de dikkat etmeniz gereken detaylar var. Öncelikle elbette ehliyetiniz, ruhsat ve araç sizin değilse noterden alınan bir vekâletnameniz olması gerekiyor. Yola çıkmadan önce aracınızın sigortası ve muayenelerinin tam olmasına ve MTV borcunuzun olmamasına da dikkat etmelisiniz. Bunların belgelerini de yanınıza almanızı öneririm. Herşey tamam ise, feribot biletinizi alabilirsiniz. Feribot yolculuğu için Mersin ya da Taşucu Limanı’nı kullanabilirsiniz. Ulaşım ve işlem kolaylığı açısından Taşucu Limanı daha mantıklı bir seçenek.Limana gittiğiniz zaman önce pasaportunuz kontrol ediliyor. Sonrasında limanda ücret ödemesi yapıyorsunuz, ücreti de ödedikten sonra ruhsat, pasaport ve feribot biletinizle gideceğiniz yerde pasaportunuza damga vuruluyor. Aracınızı feribota yerleştirdikten sonra feribotun kalkmasını bekliyorsunuz. Kıbrıs’taki limana vardığınızda yapmanız gereken tek bir işlem var. Aracınızın sigortası Kıbrıs’ta geçerli olmadığı için, aracınıza Kıbrıs sigortası yaptırmak zorundasınız. Son bir detay, eğer Kıbrıs’ta bir aydan fazla süre ile kalacaksanız, ehliyetinizi de Kıbrıs ehliyetine çevirmeniz gerekiyor.
Havayolu ile;
Türkiye’den havayolu ile Kuzey Kıbrıs’a ulaşmanız oldukça rahat ve kolay. Sık sık sefer bulmak mümkün. Ercan Havalimanı Lefkoşa şehir merkezine 23 km uzaklıkta bulunuyor. Uçaktan indikten sonra şehir merkezine ulaşmanız için servis araçları mevcut. Dilerseniz VIP transfer ya da taksi de kullanabilirsiniz elbette.
Deniz yolu ile;
Kara ve hava yolunun dışında deniz yolu ile de ulaşabilirsiniz Kuzey Kıbrıs’a. Mersin’den veya Alanya’dan hareket eden feribotlar, Girne ya da Magusa Limanı’na varış yapıyorlar. Mersin’den ortalama 4 saat sürüyor yolculuk. Alanya’dan ise 3 saat 15 dakika sürüyor ama Mersin’den daha sık sefer düzenleniyor. Limana ulaştıktan sonra buradaki şehir içi toplu taşıma araçlarını kullanabilirsiniz, taksi opsiyonu da var her zamanki gibi.
Kuzey Kıbrıs’a Ne Zaman Gidilir?
Kıbrıs Türkiye gibi Akdeniz iklimine sahip ama nedense orada sıcaklık biraz daha fazla hissediliyor gibi. Bilhassa Temmuz ve Ağustos aylarında sıcaklıkların 40 dereceye ulaştığı görülüyor. Eğer bir otel tatili yapacaksanız ve tüm günü deniz ya da havuz kenarında serinleyerek geçirecekseniz, yaz mevsiminde gidebilirsiniz ama amacınız bu güzel ülkeyi ve sokaklarını karış karış gezmekse, yaz aylarını hiç önermiyorum. Sonbahar ve ilkbahar mevsimi ideal. Kışın da ılık bir havası var bu arada Kıbrıs’ın, çok daha sakin olmakla birlikte, kış ayları da tercih edilebilir.
Kıbrıs’ta Gezilecek Yerler
Girne Kalesi ve Batık Gemi Müzesi / Girne
Buranın su kenarındaki görüntüsü öyle güzel, öyle dinlendirici ki. O görkemli surları, Akdeniz’in eşsiz maviliğiyle birleşince izlemeye doyum olmayan bir manzara çıkıyor ortaya. Girne Kalesi, bir Roma hisarının kalıntıları üzerine Bizanslılar tarafından inşa edilmiş. 7. yüzyıldaki meşhur Arap akınlarından korunmak maksadıyla. Kalenin tarihine baktığımızda, bilinen ilk mühim olay Kral Richard’ın 1911 yılında 3. Haçlı Seferleri’ne giderken, birden ortaya çıkıp kendi kendine imparatorluğunu ilan eden vali Isaac Comnenus’u yenerek kaleyi ele geçirmesi olduğunu görüyoruz. Bizans dönemine ait duvarlarla bağlantılı olan dört kule daha sonra yenilenmiş ve güçlendirilmiş. Lüzinyanlılar tarafından genişletilmiş ayrıca ve 1489 yılına gelindiğinde, Venediklilerin eline geçmiş. Bu değişikliğin ardından da genel hatlarıyla bugünkü şekline ve yapısına kavuşmuş.
Osmanlı, Venediklilerin korkulu rüyası haline gelmiş o dönem. Ana karalarından uzakta olan bu ordunun, güçlü bir şekilde ilerleyişi onları tedirgin etmiş tabi. Hâl böyle olunca da Venedikliler Kıbrıs sınırlarını güçlendirmeye başlamışlar. Kale duvarlarını genişletmiş, kalınlaştırmış ve güçlendirmişler. Malum, kale giderse topraklar da gider. Kalenin girişindeki asma köprü yerine günümüzden de var ola daha kontrollü bir yapı inşa etmişler.Korkuyla bekledikleri o Osmanlı işgali gerçekleştiğinde ( 1571 ) savunmalarını kolayca yapmışlar ama, fazla dayanamamışlar elbette. Kalenin içerisinde bir sarnıç, zindan, kilise ve iki küçük müze de bulunuyor. Şahane liman manzarasına sahip kale duvarları boyunca yürümek de inanılmaz keyifli oluyor. Kale aynı zamanda denizcilik tarihinin bugüne dek iyi korunmuş, mühim parçalarının sergilendiği Batık Gemi Müzesi’ne de ev sahipliği yapıyor. Müzede Kıbrıs sularından kurtarılmış en eski gemi batıklarından çıkarılan enkaz ve parçalar sergileniyor. Keşfi de bir o kadar ilginç. Batık gemi 4. yüzyıla ait bir Yunan ticaret gemisi. 1965 yılında, sünger dalışı yapan bir dalgıç tarafından keşfedilmiş. Gemiyi, 1967 ve 1969 yılları arasında Pensilvanya ve Oxford Üniversitelerinden gelen dalgıçlar, bilim adamlarının eşliğinde su yüzeyine çıkarmışlar.
Bellapais Manastırı / Girne
Bellapais Köyü gerçekten de görülmeye değer güzellikle bir köy. Köy ve manastır Girne’nin güneyinde yükselen Beşparmak Dağları’nın eteğinde bulunuyor, mis gibi havası ile büyülüyor insanı en başında. Hayatın telaşında, şehrin kalabalığından kaçıp kendinizi bir anda sessiz sakin patikaları ve beyaza boyalı evleri ile Bellapais Köyü’nde buluyorsunuz, bambaşka bir dünya sanki. Bellapais Fransızca belle paix ifadesinden geliyor, güzel yer demek. Bellapais Manastırı Gotik mimarinin manastırlarda görülen en güzel örneklerinden biri. Mimari güzelliği ve ihtişamı uzaktan da rahalıkla fark edilebiliyor. 13. yüzyılda inşa edilmiş ve ardından gelen yüzyıllarda eklenen kapıları, kuleleri ve duvar resimleri ile bir gelin gibi süslenmiş, güzelliğine güzellik katılmış.
Bu bölgeye ilk yerleşenlerin Kutsal Mezarlık Manastır Papazları (Canons Regular of the Holy Sepulchre) olduğu biliniyor. 1187’de Kudüs’ün Selahaddin Eyyubi tarafından ele geçirilmesinden sonra olmuş bu yerleşim de. Bölgedeki ilk yapılar da 1198- 1205 yılları arasında inşa edilmiş ama onlardan pek eser kalmamış tabi. Bugünlerde halâ görülebilen yapılar 1267-1284 yılları arasında Kral III. Hugh hükümdarlığı döneminde inşa edilmiş. Manastırın yemek salonunu seyrederken, pencereden süzülen ve zarif kolonlardan bir o kadar zarif gölgeler oluşturan gün ışığına da hayran kalacaksınız. Bu manastırı ziyaret insanın kalbini ve ruhunu da okşuyor cidden. Manastırda yaz aylarında çeşitli konserler ve sanat etkinlikleri de düzenleniyor.
St. Hilarion Kalesi ( Aziz Hilaryon Kalesi ) – Girne
Yaklaşık 732 metre yükseklikte yer alan ve Ortaçağ’dan bu yana ayakta olan bir kale burası. Kalenin burçlarından Girne’yi kuşbakışı seyredebiliyorsunuz. Orta Çağ’a ait etkileyici mimariye sahip gerçekten de. Bu arada kalenin bilinen diğer adı Dieu D’Amour. Kale, ada halkını, 7. yüzyılda başlayan ve 10. yüzyıla kadar aralıklarla süren saldırılara karşı korumak ve uyarmak için yapılmış. Lüzinyan döneminde ise geliştirilip daha bir güzelleştirilmiş. KKTC’de bulunan diğer kalelerden en büyük farkı, sıcak havalarda, serin bahçesi ve enfes manzarası sebebiyle Lüzinyan asilleri tarafından tercih ediliyor olmasıymış. Bu kadar bahsetmişken, Lüzinyanlar hakkında da küçük bir bilgi vereyim;1192-1489 yılları arasında Kıbrıs‘ı yönetmiş olan Fransız asıllı bir hanedan Lüzinyanlar. 1192 yılında Kudüs Kralı Guy de Lusignan Kıbrıs’ı Aslan Yürekli Richard’dan satın alıyor ve hanedanlık başlıyor. 1489’a gelindiğinde ise Venediklilerin istilasıyla son buluyor.
St. Hilarion Kalesi, üç ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümünde asker ve kale çalışanları yapılmış sarnıç ve ahır odaları var. Ana girişi koruyan Barbakan (savunma yeri) ile başlayan birinci bölüm, at nalı şeklindeki kulelerle güçlendirilmiş durumda. İkinci bölüm ise kilise, kraliyet sarayı ve holü, mutfak, sarnıç ve elbette kale komutanına ait odalar var. Ayrıca kiler, atölye, kışla yapıları ve Orta Çağ tuvaletleri gibi bölümler de bu alanda bulunuyor.
Buradaki 10. yüzyılda yapıldığı tahmin edilen Bizans Kilisesi de görülmeye değer gerçekten. Üçüncü ve son bölüm ise, dik fakat geçmişte çıkışı merdivenler ve zikzak çıkışlarla kolaylaştıran bir yürüyüş yolu ile başlıyor. Sonra da iç bahçeye ulaşıyorsunuz. Burada bir mutfak, sarnıçlar ve farklı ilave odaların kalıntılarını göreceksiniz. Bu bölümdeki Gotik mimari özellikteki pencereler, “Kraliçe pencereleri” olarak biliniyor. Bahçeden kısa bir tırmanış yaparak, deniz seviyesinden 732 metre yükseklikteki o şahane manzaraya ulaşıyorsunuz. Aynı yoldan aşağıya inerken ki bu biraz zorlu bir iniş oluyor, Prens John Kulesi’ne varıyorsunuz.
Şimdi size bu kale ile ilgili çok daha ilginç bir detaydan bahsedeceğim. Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i okumayanınız, izlemeyeniniz yoktur herhalde. Walt Disney’in bu kaleden esinlendiğini duymuş muydunuz peki? Walt Disney çizgi filmi tasarlarken adeta bir peri masalından çıkmış gibi duran St. Hilarion Kalesi’nden esinlenmiş. Üstelik kalenin bu mistik havası ile birçok sanatçıya ilham kaynağı olduğu söyleniyor.
Son olarak, kalenin bir de efsanesi var tabi. Rivayet göre, kalenin yapıldığı vakitlerde kralın karısı bu kaleden denize ulaşan gizli bir geçit yaptırmış ve bu gizli geçitin yapımında çalışan kişileri de öldürtmüş. Yaverine de o kişileri kim öldürdüyse kendisine getirmesini emretmiş. Yaveri getirmiş tabi, kraliçe de hepsini de tek tek odasına almış ve camı uçuruma açılan pencereden aşağı iterek öldürmüş. Bu bir efsane tabi, şimdilerde gizli geçidin nerede olduğunu kimse bilmiyor, halâ bulunamamış.
Lala Mustafa Paşa Cami (St. Nicholas Katedrali/ Gazimağusa
Bu eser Gazimağusa’da bulunan en büyük Ortaçağ yapısı olma özelliğini taşıyor. Aynı zamanda Yakın Doğu’da hayatta kalmayı başarmış, en muhteşem Frenk yapılarından biri. Gazimağusa’nın en etkileyici yapısı dersem yanılmış olmam sanırım. Gotik bir mimari harikası. İlk yapıldığından Latin St. Nikolas Katedrali imiş, daha sonra Gazimağusa Ayasofya Camii olarak biliniyormuş ve Lala Mustafa Paşa Cami olarak gelmiş günümüze. Katedral olarak inşası Lüzinyan döneminde yapılmış ve adından da anlaşılacağı üzere Aziz Nikolas’a adanmış.
Lüzinyan Hanedanlığı’ndan bahsetmiştim size, 1192’den 1489’a dek Kıbrıs’ta hüküm sürmüş bir krallık. Bilhassa Gotik mimarideki gelişmeler başta olmak üzere en son Fransız mimari zevkini de beraberinde getirmişler bölgeye. St. Nicholas katedralinin de yüksek ihtimalle Fransız Jean Langlois tarafından tasarlandığı söyleniyor. Üstelik, daha önce kilise olan bir yapının kalıntıları üzerine yapılmış. 1298’de inşasına başlanmış ve 1312’ye kadar devam etmiş bu inşa süreci.1328 yılında da kutsanmış. Binanın Rayonnant Gotik tarzı Fransa dışında oldukça nadir görülen bir tarz. Kıbrıs ve Fransa arasındaki bu tarihi bağ farklı mimari eserlerde de kendini göstermiş. Notre-Dame de Reims’e olan büyük benzerliğinden ötürü bu yapı Kuzey Kıbrıs’ın Reims’i olarak anılıyormuş.
Bu katedralın tanıklık ettiği en önemli olay belki de şu; II. James’in dul eşi Caterina Cornaro, Venediklilerin baskısına boyun eğerek 1489’da kraliyet haklarından feragat ediyor ve Kıbrıs’ı Venedik yönetimine teslim ediyor. Ne zor zamanlar geçirmiştir kim bilir, insan düşününce bir üzülüyor gerçekten. Yaşanan depremlerde katedralin iki kulesinin üst kısımları bayağı etkilenmiş ve bunun sonrasında da Osmanlı fethi esnasında ciddi anlamda zarar görmüş. 1571 yılı Ağustos ayında Venedikliler yenilgiye uğradıktan sonra Kıbrıs Osmanlı kontrolüne geçince, çok da şaşırtıcı olmayan bir şey olmuş ve Aziz Nikolas Katedrali bir minare, bir de mihrap eklenerek camiye çevrilmiş. Adını da Gazimağusa Ayasofya Cami koymuşlar. Hâl böyle olunca, İslamiyet kuralları gereği caminin içindeki tüm insan resimleri, ikonalar kaldırılmış, duvarlardaki freskler ve resimler de sıvayla kapatılmış. Kim bilir ne hazineler saklı altında ama hiç birimiz bunu bilemeyeceğiz tabi.
Tüm camilerde olduğunu gibi zemin halı kaplanmış, bazı mozaik camlar şeffaf camlarla değiştirilmiş. Neyse ki mimariyi tamamen bozmamışlar ama yine de cami olarak kullanıldığı için, bir çok Avrupa katedralinin geçirdiği Barok mimarisine dair eklemelerden ve 19. yüzyıldaki restorasyonlardan nasibini alamamış. Bu sayede de Gotik mimarinin nadir örneklerinden biri olarak kalmış. 1954 yılına kadar, Gazimağusa Ayasofya Cami ismiyle yaşamış, 1954 yılında Lala Mustafa Paşa’nın adını almış. Kendisi Kıbrıs’ın Venedikliler’in elinden alınması esnasında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Büyük Veziri imiş.
Caminin ana girişi batı ucunda bulunuyor, Namık Kemal meydanının hemen doğu yanında aynı zamanda. Bal renginde bir taştan yapılmış bu Gotik güzelliğin ön cephesi Gazimağusa’nın dar sokakları ile birleşince, çok etkileyici bir manzara sunuyor izleyenlere. Dış mekânın en göze çarpan özelliği ikiz çan kuleleri. Bir zamanlar güzel pencereleri de varmış hemen hemen yok olmuş ne yazık ki. Kulelerin sadece alt kısımları günümüze kadar sağlam kalabilmiş. Bu ünlü cami, zamanın katedrali çeşitli edebiyat eserlerinde de boy göstermiş. İngiliz yazar Victoria Hislop’un Sunrise’ı ve İtalyan yazar Silvia Di Natale’nin Kuraj eseri en bilinenleri arasında.
Othello Kalesi ( Othello Kulesi ) / Gazimağusa
William Shakespeare’in ünlü eseri Othello’yu bilirsiniz, seneler evvel Devlet Tiyatroları’nda tiyatro oyununu izlediğimde hayran kalmıştım ama o zamanlar Othello Kalesi’nin Shakespeare’in ilham kaynağı olduğundan bir haberdim, hatta Kıbrıs’ta bir Othello Kalesi olduğundan da. Kalenin inşa edilme amacı, Gazimağusa limanını korumakmış. O dönemlerde şehrin ana girişi buradan sağlanıyormuş. Hendeklerle kuşatılan bu kale de, oldukça güvenli görünüyor doğrusu. Bu özelliğinden ötürü yapıldığı vakit Liman Kalesi olarak adlandırılmış. Yapım yılı tam bilinmemekle birlikte 14. yüzyılda yapıldığı söyleniyor, Lüzinyanlar tarafından elbette. Bu kale de, 11. yüzyılın sonlarında Tire Prensi tarafından inşa edilen bir kale ve surlarının üzerine inşa edilmiş.
Lüzinyanlar’dan sonra Kıbrıs Venedik himayesi altına girdiğinde, kalenin yapısı tamamen değiştirilmiş ve askeri bir kale haline getirilmiş. Venedik Hanedanlığı Othello Kalesi’ni ana şehir duvarlarına dahil etmişler ve kasabanın savunma alanını ciddi anlamda güçlendirmişler. Liman için de çok ciddi bir koruma haline gelmiş bu yeni düzen. Venedik döneminde kalenin duvarları da elden geçirilmiş ve sağlamlaştırılmış. Dikdörtgen şekilde olan kuleleri, ağır topların, barutların daha rahat kullanılması için dairesel hale getirilmiş. Özetle, Venedikliler bu kaleyi ele geçirdikleri andak itibaren onu, askerlerin kalabileceği korunaklı bir kale haline çevirmiştirler. 1566 yılında aynı zamanda hapishane olarak da kullanmışlar. 1492 yılında kanatlı St. Mark Aslanının ( Venedik’in koruyucu azizi ) mermer levhası kalenin ana girişinin üzerine kazınmış. Aslanın yerdeki ön pençeleri Venedik’in kara gücünü, denizdeki arka pençeleri ise deniz imparatorluğunu simgeliyor.
Bu heykelin altındaki giriş kapısına dikkat edin çünkü şu anda, Kıbrıs’ta hayatta kalan en eski ahşap kapılardan biri ile karşı karşıyasınız. Avluya girerken göreceğiniz toplar 400 yaşından daha büyükler. Geçen onca yıla rağmen ayakta kalmaları takdir edilecek bir durum. Yol boyunca ilerlerken, çeşitli demir top mermilerini ya da mancınıklara görebilirsiniz. Orta avluya geldiğinizde, avlunun bir yanında Lüzinyanlılar’ın yemek odası olarak kullandığı büyük salonu göreceksiniz. Tarihi 1300 yılına kadar dayanıyor. 30 metre civarında bir uzunluğa sahip ve odanın duvarlarında dekoratif olarak kullanılan duvar halılarını tutmak üzere çakılmış çivileri görebiliyorsunuz. Dikdörtgen avlunun güney ve kuzey kısımlarında, Lüzinyanlılar’ın yemekhane ve yurt olarak kullandıkları beş oda bulunuyor. Othello Kalesi’nin geçilmez kale olarak adlandırıldığını da eklemek isterim. Bunun sebebi kale çevresindeki derin hendekler elbette. Söylediğim gibi, 1603’te Shakespeare’in yazdığı büyük trajedi oyunu burada can bulmuş. Shakespeare’in bu ünlü eserin ismini de kaleden adını aldığı söyleniyor. Tarih boyunca geçen onca zamana rağmen sağlam kalan kale, 2014 yılında restorasyona girmiş ve 3 Temmuz 2015’de tekrar açılmış. Güzel olan yanı elbette sadece mimarisi değil, kuleden hakim olduğu şehir manzarası da aynı zamanda. Kalenin avlusunda zaman zaman performans sanatları ve farklı etkinlikler de sergileniyor, denk gelirseiz hakikaten şanslısınız demektir.
Kapalı Maraş – Gazimağusa
Kuzey Kıbrıs’tan bahsetmişken Kapalı Maraş’ı eski adıyla Varosha’yı anlatmamak olmaz. Burası bir zamanlar Akdeniz’in Las Vegas’ı olarak tanımlanıyormuş, bunun sebebi ise otel ve kumarhaneleri ile ün salması ve dünyanın birçok ülkesinden hatırı sayılır ünlülerin ve zenginlerin buraya akın etmesi imiş. Marilyn Monroe, Brigitte Bardot, Elizabeth Taylor gibi isimler bu bölgenin müdavimleri arasındaymış. Sophia Loren gibi ünlü yıldızlar buradan evler almışlar. Varosha 70’li yılların başında zirvesini yaşamış, o kadar ki bu bölgedeki plajların kumları Mısır’daki çöllerden getirilmiş.
İngiliz Kraliyet ailesi buraya dünyanın ilk 7 yıldızlı otelini yaptırmış; Golden Sands Hotel. İçerisinde o döneme göre büyük bir teknoloji olan raylı bir sistem bile varmış. Hatta otelin basamaklarının bile altın kaplama olduğu iddia ediliyor. Bölge turizm açısından o kadar popülermiş ki, daha sonra yapılan incelemelerde otellerde 20 yıl sonrasına yapılmış rezervasyonlar bulunmuş. Buranın ihtişamı 1974 yılına kadar sürmüş, 1974’e gelindiğinde bir askeri müdahale yapılmış ve bölge sivil halka kapatılmış. Ne kadar acıklı değil mi? Burada yaşayan herkesin göç etmesi zorunlu tutulmuş.
Halk da otel sahipleri de şok olmuş tabi. Hatta kararın açıklandığı gün yeni tamamlanan bir otelin açılışını yapan otel sahibinin canına kıydığı da söyleniyor. Olmayacak iş değil tabi. O kadar ki insanlar, evlerini, eşyalarını, garajlarında arabalarını hatta masalarında yemek tabaklarını terk edip gitmek zorunda kalmışlar. Bu karardan sonra ciddi bir kargaşa yaşanmış tabi, ardından kısmen yağmalanmış kent. Buna rağmen hiç dokunulmamış birçok şey bulunuyor. Araştırmalarda 100 km bile kullanılmamış arabaların hala garajlarda olduğu söyleniyor.
Maraş, birleşmiş milletlerin kararı ile 46 yıldır yerleşim ve iskana kapalı durumdayken 2020’den itibaren kademli olarak kullanılmaya başlandı.
Salamis Antik Kenti / Gazimağusa
Bu antik kent Bronz Çağı’nda kurulmuş ve vakti zamanında Kıbrıs’a başkentlik yapmış. Tarihi M.Ö. 11. yy’a kadar uzanıyor. Salamis Antik Kenti, efsaneye göre Antik Yunanistan’da Truva savaşlarından sonra Salamis adlı bir prens tarafından kurulmuş. Bazı arkeologların tezlerine göre ise, M.Ö. 1075 yılında büyük bir depremle yerle bir olan Enkomi’nin halkı, yavaş yavaş buraya göçmüş ve Salamis Kenti’ni kurmuş. Bir prensin kurmuş olma ihtimali çok daha romantik tabi ki. Bu muhteşem antik kent sırasıyla Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerini geçirdiği için, tüm bu dönemlere dair izler taşıyor. Salamis Antik Kenti’nin içinde, bir antik tiyatro, Zeus Tapınağı, forum, gymnasium ( sportif faaliyetlerin yapıldığı ), eski hamam yapıları, kral mezarları ve pazar yeri bulunuyor. Antik kentin kalıntı ve harabeleri dahi, o günkü ihtişamını hayal etmeye yetiyor gerçekten. Kent kalıntılarından biraz bahsedecek olursam;
Gymnasium
Antik kentin kuzeyinde şimdiki Roma Gymnasium’unun bulunduğu yerde, Helenistik döneme tarihlenen bir Gymnasium bulunuyor. Burası spor faaliyetlerinin yapıldığı alan. Güney girişindeki döşeme üzerinde bulunan yazıt böyle söylüyor en azından ama doğu revağındaki yazıtta da bu alanın bir zamanlar bahçe olarak kullanıldığını söyleniyor. Yaşanan kuvvetli sarsıntılardan sonra bir takım yıkımlar olmuş ve Gymnasium Augustus döneminde tamir ettirilmiş, bir de doğu revağı eklenmiş. Dört tarafı sütunlu revaklarla çevrili bu alanın, kuzey ve güney uçlarına birer yüzme havuzu ve etrafında heykeller ilave edilmiş. O dönemlerde böyle komplekslerin olması ne müthiş değil mi? Günümüzde kuzey yüzme havuzunun etrafında bulunan heykellerin M.S 2. yy’a ait olduğu söyleniyor. M.S. 332 ve 342 yıllarında yaşanan depremlerle bir kez daha yıkılmış Gymnasium ve Erken Bizans döneminde, Konstatinus tarafından Salamis hamamları olarak yeniden inşa edilmiş.
Ek bir bilgi olarak; Augustus, Roma İmparatorluğu’nun ilk imparatoru ve MÖ 27 – MS 14 yılları arasında hüküm sürmüş kendisi.
Tiyatro
Gymnasium’un güneyinde yer alan bu yapının Augustus döneminde inşa edildiği söyleniyor. M.S. 4. yy’daki depremler ve onları takip eden bir takım sarstıntılar sonrasında yıkılan tiyatronun taşları, hamamların inşasında yapı malzemesi olarak kullanılmış. Güzel bir geri dönüşüm örneği gerçekten. Tiyatro, sahne binası, orkestra ve oturma alanlarından oluşuyor. Freskler, heykel ve sütunlarla süslü ve oldukça görkemli bir yapıymış ancak günümüze sadece temelleri gelebilmiş. Orta kısmındaki orkestranın ortasında Dionysos’a adanmış bir sunak bulunuyor. Ayrıca Caesar Contanstinus, Marcus Avurelius Commedus ve Caesar Maksimianus’a adanmış iki yazıt da mevcut. 15.000 kişi kapasiteli olduğu söyleniyor. Oturma yerleri 50’den fazla sıradan oluşmasına rağmen, tahmin edeceğiniz üzere günümüze kadar sadece bir kısmı gelebilmiş. 15.000 kişi de oldukça büyük bir kapasite, Harbiye Açık Hava Sahnesi 3,972 seyirci kapasiteli, oradan canlandırabilirsiniz. Orta kısımda göreceğiniz boşluk şeref locası.
Surlar
Antik şehrin batı, güney ve kuzey kesimlerinde yer alan surların beraberinde, şehir merkezini çevreleyen ikinci bir sur da bulunuyor. Şehrin merkezini çevreleyen bu surların, M.S.7 yy.’da gerçekleşen Arap akınlarına karşı şehri korumak ve savunmayı güçlendirme amacıyla inşa edilmiş olabileceği söyleniyor. Antik kentin güney ve doğusunda Salamis şehrinin en eski limanı bulunuyor. Bu eski limanın güney ve kuzey tarafı, yapılan suni dalgakıranlar ile korunuyor. Kentte ikinci bir liman daha var, kuzey tarafında. Bu liman ise Geç Roma devrinde kullanılıyormuş. Bu iki liman dışında bir de Demetius tarafından kullanılmış üçüncü bir limandan da varlığından bahsediliyor.
Roma Villası
Roma döneminde de villalar varmış tabi. Tiyatro alanının güneyinde göreceksiniz. Bir zamanlar iki katlıymış bu yapı. Sütunlarla çevrili bir girişi, bir iç avlusu ve geniş bir oturma odasından meydana geliyor. Diğer odalar ise avlunun iki yanında bulunuyor. İnsan buraları gezdiğinde, kim bilir o zamanlar kimler yaşadı diye düşünmeden edemiyor gerçekten.
Yapılan arkeolojik kazılar esnasında burada, merkezi bir figürün etrafını çevreleyen, hayvan tasvirleri ile bezenmiş mozaik döşemeli bir platform da tespit edilmiş.
Bizans Su Sarnıcı
Roma villasının hemen güney doğusunda yer alıyor ve huni biçimli bir sarnıç bu. Üç bölmeden oluşuyor. Bölmelerden birinde, M.S. 6. yy’a ait duvar resimleri ve yazılar bulunmuş. Şu anda harap vaziyette olan bir ana pano, kuş, balık ve su bitkilerinden oluşan bir su sahnesi ve İsa’nın baş figürü bulunan bir madalyon ile süslenmiş. Antik dönem sanatı muazzam bir şey gerçekten.
Bazilikalar
Kompanapetra Bazilikası
Bu bazilika 4.yy’da inşa edilmiş. Çevresi sütunlarla sarılmış, aynı zamanda su kuyusu da olan bir avludan ve orta ile yan kısımlardan oluşuyor. Orta bölümde piskoposun kürsüsünü ve rahip yerlerini göreceksiniz. Apsitin arkasında hamamı da olduğu anlaşılan bir kalıntı grubu daha var. Odalardan birinde ciddi anlamda göz alıcı bir yer döşemesi mozaik var, dikkat çekmemesi imkânsız cidden.
Apsit; kiliselerde koronun arkasında bulunan bölüme deniyor. Camilerin mihrap kısmı gibi yani.
Aya Epiphanios Bazilikası
Kıbrıs’ın bilinen en büyük bazilikası burası. Bu yapı geçmişte Salamis’in Metropolitan kilisesi olarak kullanılmış. Piskopos Epiphanios’un görev süresinde yapıldığı ( 368 – 403 yılları arasında bir dönem) söyleniyor. Epiphanios’un mermerden yapılma mezarı da burada bulunuyor. Bazilika on dörtlü iki sütun dizisi ile 3 ayrı bölüme ayrılmış. Apsitte piskopos ve rahiplerin oturduğu sıralar var. Bu bölümün iki yanındaki odalar rahiplere ait, cübbelerini giymeleri ve ayin sırasında kullanılan özel eşyaların saklanması için kullanılmış. Vaftiz odasının döşeme seviyesinin altındaki ısıtma sisteminden, kış aylarında vaftiz için sıcak su kullanıldığını anlaşılıyor. Kalıntılara bakıldığında, 7. yy’daki Arap istilasının hemen ardından, güney tarafında daha küçük ikinci bir kilisenin inşa edildiği söyleniyor.
Su Deposu – Vouta
Bu bölüm Bizans dönemine tarihlenmiş ( M.S. 627-640 yılları arasında ). Kanallarla Kythrea’dan (Değirmenlik kısmından) gelen su burada biriktiriliyormuş. Bugün gittiğinizde halen su kemerlerinin kalıntılarını görebiliyorsunuz.
Agora ( Taş Forum – Pazar Yeri )
Agora su deposunun güneyinde bulunuyor. Ortadaki boş alan var ve bu alanın çevresinde de dükkanlar. Bu alan Salamis’in hem alışveriş merkezi ( pazar yeri ) hem de toplantı ve buluşma alanıymış. Augustus döneminde restore edilmiş, bu bilgiye de kazılar esnasında bulunan Latince kitabeden ulaşılmış. Agoranın iki yanında göreceğiniz sütunlu revaklar güneş ve yağmurdan koruma vazifesi görüyorlarmış.
Zeus Tapınağı
Tapınak Agora’nın güney tarafında bulunuyor ve buraya basamaklarla ulaşılıyor. Zeus Tapınağı’nın Salamis şehrinin ana tapınağı olduğu söyleniyor ama ne yazık ki az bir kısmı günümüze dek gelebilmiş. Yapılan kazılarda bulunan bir kitabede, mabedin Augustus’un karısı Livia’yı şereflendirmek için Zeus’a ithaf edildiği söyleniyor.
İskele Arkeoloji Müzesi / İskele
Bu müze oldukça yeni, 2018 yılında açılmış. Neolitik dönemden başlayıp Roma dönemine kadar geçirilen, onbir farklı döneme ait birçok eser sergileniyor İskele Arkeoloji Müzesi’nde.
Neolitik ve Roma dönemleri arasında geçen yaklaşık 8 bin yıllık süreçten ve o dönemlere ait yapılan kazılardan elde edilen muhteşem eserler mevcut müzede. On binin üzerinde eser sergileniyor. Çeşitli antik kalıntılar, büyük heykeller, ince ve zarif seramikler ve mücevherler en dikkat çeken sergiler arasında. Müze binası, İngiliz Sömürge döneminde inşa edilen ve banbuliya olarak bilinen çarşı binası esasında.
Büyük Han / Lefkoşa
Büyük Han, Lefkoşa’da mutlaka görülmesi gereken bir yerlerden biri, aynı zamanda adadaki en güzel kervansaray. Bu kervansaray, Osmanlı mimarisinin en iyi korunan ve Kıbrıs’taki en büyük örneği olarak gösteriliyor. Muzaffer Paşa’nın himayesinde Bursa’daki Koza Han yapısından model alınarak yapılmış. Muzaffer Paşa Kıbrıs’ın ilk Osmanlı yöneticisi. 1572 yılında Osmanlılar tarafından inşa edilmiştir. Daha sonra, 17. yy’da yakınlarına yeni bir han inşa edilmiş ( Kumarcılar Hanı ) Bu iki han arasında yapılan kıyaslamadan sonra da ismi Büyük Han olmuş. Kare şeklinde bir yapıya sahip, iki katlı bir han ve 68 odası var. Birinci katındaki odalar avluya açılıyor. Bu sebeple depo, dükkan, ahır gibi kullanılmış. İkinci kattaki odalar ise konaklama için tercih edilmiş. Giriş kattaki odaların kapıları düşük kemerli, yine kemerli camları ve şömineleri var.
Hanın camları iki sebepten çok yüksek yapılıyormuş. Bunlardan ilki o dönemde zengin tüccarları kolay lokma olarak gören hırsızlara için caydırıcı olması, diğeri de ona bağlantılı olarak o zamanlarda camın çok pahalı olmasıymış. İç avlunun orta kısmında bir şadırvan üzerine 6 sütunla inşa edilmiş bir mescit bulunuyor. Mescidin yanında bir türbe de bulunuyor ve bu türbenin tam olarak kime ait olduğu bilinmiyor. Hanın dışarıdan bakınca kaleye benzediğini göreceksiniz. 1878 yılında İngiliz kontrolüne geçtiğinde, Lefkoşa merkez hapishanesi olarak kullanılmak üzere restore edilmiş. 1990 yılında başarılı bir restorasyon geçirmiş ve bir sanat merkezi haline gelmiş. Şimdi, içerisinde başarılı galeri ve atölyeler var. Aynı zamanda piyano resitaller, dans gösterileri ve çeşitli performans sanatları da sergileniyor burada.
Kumarcılar Hanı ( Kemancılar Hanı ) – Lefkoşa
Büyük Han’dan bahsetmişken Kumarcılar Han’ından bahsetmemek de olmaz. Burası Büyük Han ile kıyaslandığında daha küçük ve daha mütevazi bir han ama yine de bu güzel kentin içinde bulunan, klasik ticari bir Osmanlı hanı. Orta çağda tüccarlar ticaretini yaptıkları alana göre gruplaşırlarmış. Seyahatleri esnasında, aynı ticari gruptan ve aynı şehirden olan tüccarlar, o ticaret şeklinin ve şehrin adını taşıyan hanları tercih ederlermiş. Burası da, tam bu sebepten Kemancılar Hanı olarak biliniyormuş ancak sonraları Kumarcılar Hanı olarak değişmiş. Tam olarak ne zaman ve neden olduğu konusunda da kesin bir bilgi yok ne yazık ki. Burası da yine Büyük Han gibi iki katlı bir han ve 56 odası bulunuyor. Ortada da bir avlusu elbette. Üst katları seyyahlar konaklama için kullanırlarmış, alt katlar ise ahır, depo ve dükkan olarak hizmet vermiş. Kumarcılar Hanı güzel bir restorasyon geçirmiş, çeşitli kafeler, restoranlar, el işi ürünleri satan dükkanlar ve sanat atölyeleri ile turistler ve yerli halk için çok cazip bir yer haline gelmiş.
Bedesten – Lefkoşa
Selimiye meydanında bulunan Bedesten, Selimiye Camii ile Bandabulya arasında konumlanmış tarihi bir binadır. Aynı zamanda harika bir mimari örneği. Bin yıldan eskiye dayanan, karmaşık ve farklı bir tarihe sahip. Öncelikle 6. yüzyılda kilise olarak inşa edilmiş. 12. yüzyıl ve 16. yüzyıllar arasında genişletilerek tekrar inşa edilmiş, Osmanlı döneminde ise kapalı bir pazar yerine dönüştürülmüş. Yapılan arkeolojik kazılarda, Bizans izlerine rastlanmış ve belgelenmiş. Lüzinyanlılar tarafından Gotik mimariye dayanan eklemeler yapılmış. Ondan sonra sıra Venedikliler’e geçmiş ve onlar da bir takım değişiklikler yapmışlar. Daha sonra Bedestenin yönetimi Yunan Ortodoks kilisesine geçmiş ve bu değişiklikten sonra katedral olarak kullanılmış. Bedestenin Osmanlı dönemine dönecek olursak, İngiliz kontrolüne geçene dek, bölgenin en kalabalık ve önemli pazar yeriymiş. Tekstil ürünleri, baharat, gıda, tütün ve daha birçok ürünün satıldığı oldukça popüler bir yermiş. Giriş kapısı oldukça süslü Gotik tarzda yapılmış bir kapı. bir Bu kapıya daha sonra Italyan Rönesans mimarisi tarzında yenilemeler yapılmış ve ve St Nicholas’ın küçük bir heykeli eklenmiş. Girişin her iki tarafında da armalar bulunuyor ve ön cephede aynı zamanda birçok hayvan ve canavar heykelcikleri bulunuyor. Bedesten 2009 Kasım ayında bir restorasyon sürecine girmiş ve tam 5 yıl sürmüş. Tamamlanmasının ardından tekrar açılmış ve şu an bir kültür merkezi, sergi alanı olarak hizmet veriyor.
Büyük Hamam – Lefkoşa
Büyük Hamam Lefkoşa’daki en eski hamam olma özelliğine sahip. 14’üncü yüzyılda Lüzinyan bölgesinde ve St. George de Poulains Kilisesi’nin bulunduğu yerde inşa edilmiş. Lefkoşa’da Osmanlı döneminden kalma en muhteşem eserlerden biri. Bina, 1571 ve 1590 yılları arasında Osmanlı Döneminin ilk yıllarında Lala Mustafa Paşa Vakfı’na gelir sağlamak amacıyla yapılmış. Hamam, döneminde özellikle kadınların buluştuğu ve dedikodu yaptığı önemli ve popüler yerlerden biriymiş. 2007-2008 yıllarında orjinaline sadık kalınarak yenilenmiş. Üç bölümden oluşuyor; soyunma odası, ılıklık ( hamama gelenlerin ısındığı veya soğuduğu alan ) ve sıcaklık. Sıcaklık bölümü hamamın üzeri cam kubbe ile kaplı, gün ışığının rahatlıkla içeri süzüldüğü ve ortada göbek taşının bulunduğu en sıcak bölümü. Günümüzde halâ hizmet veriyor.
Mevlevi Tekke Müzesi – Lefkoşa
İbrahimpaşa Mahallesi’nde bulunan Mevlevi Tekkesi adadaki en önemli tarihi ve dini yapılardan biri. İslami mistisizm ve Sufi kardeşliğinin toplantıları için özel olarak tasarlanmış, bir zamanlar inzivaya çekilmek için kullanılırmış. Tarihine baktığımızda Mevlevi Dergâhı olarak kullanılan bu güzel mekân, bugünlerde müze olarak kullanılıyor.
Vouni Sarayı / Lefke
Vouni Sarayı Lefke’de bulunuyor ve belki çok iddialı olacak ama, Kuzey Kıbrıs’ın en iyi manzarasını görebileceğiniz yer burası. Lefke, konik bir tepenin dik yamaçlarında kurulmuş bir kasaba. M.Ö. 600 yılında, Kıbrıs’ın şehir devletleri siyasi olarak bölünmüş ve adanın krallıkları, o dönemde Persliler tarafından desteklenen Fenikeliler ve Yunanlılar arasında bir savaş çıkmış. Bu savaşlar denizde ve karada devam etmiş. M.Ö. 500 yılında Marion ( o dönemde Pers yanlısı bir krallık şehri burası ) antik Soli kentini kuşatmış hemen yakınındaki tepeye, yukarıdan bakıldığında geniş bir hakimiyet alanı sağlayan bir koruma alanını oluşturmuşlar. Vouni Sarayı’nin inşası da ondan sonra başlamış. Pers yanlısı Fenike Kralı Doxandros ve Marion’un hükümdarı denizden 250 metre yükseklikteki bu tepeye sarayı inşa etmişler. Yapı M.Ö. 449 yılına kadar sadece askeri bir yapı olarak kullanılmış, sonrasında Vouni Kraliyet Sarayı olmuş. Bu saray Soli için sürekli bir tehdit niteliği taşıyormuş ve M.Ö. 380 yılında çıkan bir yangında neredeyse yok olmuş. Beraberinde tarihi de elbette. Belgeler, temellerinin Soli sakinleri tarafından daha da tahrip edildiğini söylüyor.
Sarayın mimarisine bakıldığında Helenistik dönem tarzına benzediğini ama bunun beraberinde Orta Doğu’nun ortanyal esintilerini de taşıdığı söyleniyor. Yapılan kazılarda, pişmiş topraktan yapılmış ve sarayın ortadan tamamen harap olduğu yangında siyahlaşmış testiler içinde bazı eşyalar bulunmuş, “Vouni Hazinesi” olarak adlandırılan bu gizemli eşyalar arasında, işlemeli gümüş kupalar, altın ve gümüş bilezikler, Kition, Marion, Paphos ve Lapithos kentlerinin damgalarını taşıyan yüzlerce madeni para bulunuyor. Aynı zamanda sarayın güneyinde M.Ö. 5. yüzyılın sonlarında yapıldığı düşünülen bir Athena tapınağının izleri bulunmuş. Vouni Sarayı’nın kalıntıları; giriş, mutfak avlusu, sütunlu avlu, kraliyet odaları, sarnıç, erzak depoları, hamamlar, oturma odalarından oluşuyor. Vouni Hamamları, sıcak hamam türünün en eski örneklerini teşkil ediliyor aynı zamanda. Vouni Sarayı’nın dışında birkaç tapınak bulunuyor. Mimari açıdan çok görkemli ya da şaşırtacak yapılar değiller. Açık bir avlu ve çeşitli sunakların olduğu, dikdörtgen şeklinde basit tapınaklar.
Aralarında en önemlisi, tepenin zirvesine yapılmış ve Atina’ya adanmış bir tapınak. Kayalık bir alan üzerine inşa edilmiş ve M.Ö. 5. yüzyıla tarihleniyor. Tapınağın bir avlusu, bir ön avlusu ve büyük çitli dikdörtgen bir başka alanı bulunuyor. İki katlı bir tapınak ve iki ana girişi var. Girişin hemen sağında, çitli alanın duvarının karşısında yarı dairesel bir sunak göreceksiniz. Tapınağın ana odası, tanrıçanın heykelciğinin bulunduğu çitli alanın arkasına inşa edilmiş durumda. Vouni Sarayı’ndan kalan kalıntılar gerçekten çok az ama öyle büyüleyici bir manzarası var ki, gerçekten gitmeye ve görmeye değer. Bu tepeden baktığınızda az ileride küçük bir adacık göreceksiniz, ondan da bahsedeceğim az sonra.
Yeşil Irmak Kayalığı- Cilalı Taş Devri Adası
Az önce bahsetmiştim, Vouni Sarayı’ndan baktığınızda küçük ancak işlevi büyük bir ada göreceksiniz diye. Yeşilırmak Kayalığı olarak da biliniyor. Peki, bu adayı bu kadar özel yapan şey ne? Kıbrıs’ta bilinen en eski yerleşim yeri burası. Yapılan arkeolojik kazılarda toprak çağından da önce, Cilalı Taş Devri’ne ait eserler ve kalıntılar çıkarılmış bu adadan. Hikâyesi de şöyle, 1929 yılında keşif ekibi Vouni Sarayı kalıntılarını kazarken bu küçük adacığı görüp merak ediyorlar. Köylülerden aldıkları sandallarla adaya çıkarak, etrafında yüzüyorlar ve bu adada iki hafta süren bir kazı çalışması yapıyorlar. Petra Tou Limnidi Adası kıyıdan yaklaşık 100 metre uzaklıkta bulunuyor. Yüksekliği 50 metre ve genişliği 30 metre. Adanın daha doğrusu adacığın doğu tarafından gelinebilen bölümünün tepe kısmında, Cilalı Taş Devri’nden kalma iki adet ilkel kulübe kalıntısı bulunmuş. Kazılarda arkeologlar çeşitli aletler, kemikler, çakmaktaşı, iğne, ve çiftçilik gereçlerinden oluşan çeşitli objeler bulmuşlar. Vouni Sarayı’nı ziyaret ettiğinizde, binlerce yıl önce bu adada yaşayan insanlar olduğunu hayal ederek bakın buraya, olur mu?
Kuzey Kıbrıs Plajları
Altın Plaj – Altın Kumsal
Adanın kuzey tarafında, Karpaz’da bulunan Altın Plaj dünyaca ünlü plajlar listesinde. İsmini altın renkli kumundan alıyor ve mitolojide Afrodit’in doğduğu yer olarak geçiyor. Kendisi aşk ve güzellik tanrıçası biliyorsunuz. Suyu sakin ve plaj olarak da sakin bir yer burası. Çok fazla tesis olmadığı için muhtemelen, bu sebeple giderken yiyecek içecek açısından tedarikli olmanız gerek.
Glapsides Plajı
Mağusa’nın kuzeyinde bulunuyor ve körfezdeki en uygun yerlerden biri bu plaj. Mağusa Belediyesi işletiyor. Suyu derin değil, uzun ve kumdan plajı ile oldukça cazip Dolayısıyla yaz aylarında hem turistler hem de yerli halkın tercih ettiği bir yer ve oldukça kalabalık oluyor. Burada aynı zamanda dalış ve diğer su sporlarını yapabilir, plaj voleybolu oynayabilirsiniz. Şezlong ve şemsiye hizmeti var, çok pahalı değil. Yiyecek içecek ihtiyacınızı da karşılayabilirsiniz. Plaj barları geç saate kadar açık.
Long Beach
Glapsides gibi Mağusa’nın kuzeyinde bulunuyor, Salamis Antik Kenti’ne yakın. Kumu güzel, suyu güzel, çeşitli su sporları aktiviteleri de var. Ayrıca Mağusa merkezden plaja giden dolmuşlar da bulunuyor.
Kervansaray Plajı
Burası da bir belediye plajı, Girne Belediyesi işletiyor ve bu konuda oldukça da başarılılar. Kervansaray Girne’nin en güzel bölgelerinden biri. Uygun fiyata şezlong ve şemsiye kiralayabilirsiniz. Kum plaj dışında, yapay çimlerden oluşturulmuş bir güneşlenme alanı da var. Kuma batmaktan hoşlanmıyorsanız, burayı seveceksiniz. Kervansaray koyu Girne Limanından çıkan teknelerin çoğu için de bir durak noktası. Bu sebeple burada güvenlik çok önemli. Yüzebilmeniz için güvenli bölge şamandıralarla çevrilmiş durumda. Ayrıca cankurtaran da bulunuyor.
Alagadi Plajı
Girne’nin 15 km kadar doğusunda bulunuyor ve bu plajın en önemli özelliği kaplumbağalar. Evet, adanın ünlü dev kaplumbağaları yaz aylarında buraya yuva yapıyorlar. Bilhassa fotoğraf meraklıları için ideal plaj burası diyebilirim. Kaplumbağaları seyretmek ve fotoğraflamak isterseniz, burayı tercih edebilirsiniz. Suları sığ, bu sebeple çocuklu aileler için de tercih edilebilir. Herhangi bir tesis yok, bu yüzden hazırlıklı gitmekte fayda var.
Acapulco Plajı
Girne’ye bağlı Çatalköy bölgesinde bulunuyor ve Acapulco Resort Hotel bünyesinde hizmet veriyor. Lefkoşa’ya 32 kilometre mesafede. Özel araç dışında taksi veya Çatalköy minibüsleriyle de gidebilirsiniz buraya. Girne’nin en popüler plajlarından biri. Altın renginde, incecik kumu yumuşacık. Otelde konaklamıyorsanız dahi giriş ücretini ödeyerek plajı kullanabiliyorsunuz. Ayrıca plajda kaydıraklı bir yüzme havuzu da bulunuyor.
Denizkızı Plajı
Girne’ye bağlı Karaoğlanoğlu Mahallesi’nde bulunuyor. Acapulco gibi bir otel plajı burası Denizkızı Hotel bünyesinde hizmet veriyor. Lefkoşa’ya 30 kilometre, Girne merkezine 9 kilometre mesafede. 20 dakikada bir hareket eden Girne dolmuşları ile ulaşabilirsiniz eğer aracınız yoksa. Kuzey Kıbrıs’taki diğer plajlara göre daha sakin bir yapıya sahip ve plaja giriş ücretini ödediğinizde, otel bünyesindeki açık yüzme havuzunu da kullanabiliyorsunuz.
Mare Monte Plajı
Kuzey Kıbrıs’ın en popüler plajlarından biri. Girne’ye bağlı Alsancak bölgesinde bulunuyor. Lefkoşa’ya 33 kilometre mesafede. Alsancak dolmuşları ile buraya rahatlıkla gelebilirsiniz. İncecik kumu ile gerçekten keyifli bir plaj ve daha da önemlisi çocuklara özel alanları var. Bu sayede çocuklu aileler tarafından da sıklıkla tercih ediliyor.
Camelot Plajı
Mare Monte gibi Camelot Plajı da Alsancak bölgesinde bulunuyor. Bilhassa gençler tarafından daha sık tercih ediliyor. Akşam saatlerinde de çeşitli canlı müzik etkinlikleri oluyor.
Kıbrıs’ta Düzenlenen Festivaller
Gazimağusa Festivali
Uluslararası birçok şarkıcı ve müzisyenin katıldığı bir müzik festivali bu, Temmuz ayında Gazimağusa’da düzenleniyor.
Güzelyurt Portakal Festivali
Haziran sonu ve Temmuz başını kapsayan bir zaman diliminde Güzelyurt’da düzenleniyor. Güzelyurt’un simgesi olan narenciye mahsüllerini ön plana çıkarabilmek ve tüketim alışkanlığını artırabilmeye yönelik yapılan bir festival bu ve hasat sezonu sonunda organize ediliyor genellikle. Bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik olarak kalkınmasına, toplumsal barışa, bölge imajının güçlendirilmesine ve tanıtımına da ciddi katkı sağlıyor elbette. Çeşitli konserler, sanat faaliyetleri ve etkinlikler oluyor festival süresi boyunca.
Uluslararası Girne Zeytin Festivali
Girne Belediyesi tarafından Girne’nin güneyinde bulunan ( eski adıyla Templos ) Zeytinlik köyünde düzenleniyor. Zeytin üretimine teşvik, zeytin ürünlerinin kullanımının yaygınlaştırılması ve elbette eko turizm, desteklemek amaçlanıyor. Festival kapsamında bir de Uluslararası Karikatür Yarışması da düzenleniyor. Köy meydanında standlar kuruluyor, bu standlarda zeytin ürünlerinin satışı ve sunumu yapılırken, halk dansları gösterilerilerini izleyebiliyor ve ülkenin yerli sanatçılarının konserlerine katılabiliyorsunuz.
Kuzey Kıbrıs’ta Ne Yenir?
Şeftali Kebabı
Kıbrıs deyince akla ilk gelen lezzetlerden biri şeftali kebabı. Şeftali kebabı ya da direkt şeftali olarak da biliniyor. Kuzu gömlek kullanılarak yapılan bir kebap türü. İç dolgusunda kuzu kol, soğan, maydanoz kullanılıyor. Hazırlanan küçük köfteler kuzu gömleğe sarılırak şişe diziliyor ve ızgarada pişiriliyor. Pişene kadar kuzu gömleğin dış yüzeyi eriyor ve ince pembe – kahverengi bir tabaka halini alıyor. Genellikle pide ve salata eşliğinde servis ediliyor. Bazı yerlerde geleneksel Türk cacığı ile de servis edilebiliyor. İçinde şeftali olmasını beklerken olmadığını görmek şaşırtıyor tabi değil mi. İsminin nereden geldiğine dair rivayetler yok değil. Bunlardan birincisi, piştikten sonra şeftaliye benzeyen pembemsi bir görüntü alması yani şeftaliye benzemesi. İkincisi ise bir sokak satıcısının bu tarifi keşfederek ünlü yapması. Sokak satıcısı elbette Kıbrıslı bir Türk ve ismi; Şef Ali.
Küp Kebabı
Bu kebabın bir diğer ismi de Kleftiko. Temelinde kuzu etinden yapılıyor. Kuzu eti, zeytinyağı, soğan, sarımsak ve taze otlarla marine ediliyor. Hava geçirmeyen bir yağlı kağıt üzerine folyo kaplanarak pişiriliyor. Mühim olan şey ise ağır ağır pişmesi. Adanın yerlileri hırsız kebabı olarak adlandırıyor. Bunun nedeni ise, bir zamanlar dağlardaki kuzuların ve keçilerin sürülerinden kaçırılıp çalınmasıymış Pişerken kokuları fark edilmesin diye çamurla kaplanmış eğreti yer altı fırınlarında saatlerce pişirilirmiş. Buradan da adı hırsız kebabı olarak kalmış. Bazı restoranlarda toprak kaplarda da pişiriliyor. Genellikle kızarmış patates ile servis ediliyor.
Kolokas
Kolokas bir bitki, yenilebilir kök bitkilerden biri. Gölevez olarak da biliniyor. Genellikle patates gibi tüketiliyor, tadı da benzer ancak daha cevizimsi olduğunu söyleyebilirim. Temizlik kısmı özel dikkat gerektiriyor çünkü kökü ve kabuğu pişmeden önce zehirli. Bu sebeple asla çiğ tüketilmemesi gerek. Genellikle domates, soğan ile birlikte zeytinyağlı olarak yapılıyor. Ayrıca kıyma, et, fasülye ya da nohut da eklenebiliyor.
Molehiya
Genellikle ebegümeci, Tossa jute veya Nalta jute olarak bilinen bitkiden yapılan bir yemektir. Kıbrıs’a özgü bir yemek olmaklar birlikte bu bitki esasında Mısır’da Nil Nehri kıyılarında yetişir, Kıbrıs’a kadar gelmiş olması, Mısırlıların Kıbrıs üzerindeki etkisinin en büyük kanıtlarından biri olarak gösterilir. Kıbrıslılar bu bitkiyi topluyor ve yaz aylarında kurutuyorlar. Sağlık için oldukça faydalı elbette. Tazecik domates, soğan, sarımsak, limon suyu, kuzu veya tavuk eti ile pişiriliyor ama etsiz yapıldığı da oluyor. Lokal Kıbrıs yemeklerinden biri, genellikle de evlerde pişiriliyor ama yerel ev yemekleri yapan restoranlarda da bulabilirsiniz.
Hellim
Kıbrıs mutfağı deyip hellimden bahsetmemek büyük hata olur. Keçi ve koyun karışımı sütten bazen de inek sütünden elde edilen yarı sert, olgunlaşmamış salamura peyniri aslında hellim, mutlaka tüketmişsinizdir salatalarda ya da kahvaltılarınızda. Kızgın tavada pişirilince tadına doyum olmuyor hakikaten. Yerli halk hellimi ızgarada pişirerek ya da çiğden sandviçlerde, salatalarda, etlerin hatta meyvelerin yanında bile tüketiyor. Hellimin en yaygın ve geleneksel kullanım şekillerinden biri ise, Magarina Bulli. Yassı bir makarna tavuk suyunda haşlanıyor ( Bucatini gibi ). Daha sonra üzerine hellim rendeleniyor ve kuru nane serpiliyor.
Hellimli
Hellimden bahsetmişken hellimliden de bahsedeyim kısaca. Bu bir tür tuzlu çörek ve anlayacağınız üzere ana maddesi hellim. Un, su, tuz, tereyağı ve zeytinyağı ile bir hamur tutuluyor. İçine ufakça doğranmış soğan, nane ve küp küp kesilmiş hellimler konuyor. Birlikte tekrar yoğuruluyor. Susam veya çörek otu serpildikten sonra da fırında pişiriliyor.
Ceviz Macunu
Türkiye’de ceviz reçeli yediyseniz, birebir aynısı ve gerçekten çok lezzetli.
Kıbrıs’ın kültürel mirasının bir parçası ceviz macunu ve gelen konuklara misafirperverliğin bir göstergesi olarak ikram ediliyor. Yeşil ve taze olan olgunlaşmamış cevizlerden, genellikle bahar sonu veya yaz başında iç kabuğu hala yumuşakken yapılıyor. Oldukça zahmetli ve çok emek gerektiren bir yapım süreci var.
Ekşi Konyak
Adanın yerli ve milli içkisi desem yanlış olmaz sanırım. Sadece Kıbrıs’a özel bir kokteyl. Ekşi konyak, Cognac veya Armagnac’dan daha yumuşak olan yerel Kıbrıs konyağı ile hazırlanıyor. Taze limon veya limon şerbeti, Angostura ( çeşitli bitki özü içeren bir karışım ), soda ve buz ile hazırlanıyor. Bu kokteyl dünyanın diğer yerlerinde de içiliyor elbette ama Kıbrıs tarifi kullanılan yerel konyağın tadı nedeniyle buradaki bambaşka. Bu özel konyak ve tarif ilk kez, 1930 yılında, Trodos dağlarında bir eski otelde konaklayan Mısır Kralı Faruk için keşfedilmiş. Hikayesi de şöyle, kral alkollü kokteyller tercih ediyor ama dışarıdan da fark edilsin istemiyor malum. Soğuk çay görüntüsü veren bir içki olarak hazırlıyorlar ve o günden bugüne özel bir tarif olarak gelmiş.