Yazıyı bulmamış bir uygarlık olarak İnkalar hakkında ulaşan bilgi oldukça kısıtlı. İnka tarihinin ilk dönemleri genellikle efsanelerle bilinmekte.
İnkalar, And Dağları’nın göbeğinde, ortalama 3.400 metre yüksekliğinde verimli bir havza olan Cuzco bölgesine büyük olasılıkla XIII. yy sonunda yerleşmişler. Kendilerinden önce başka halkların yaşamış olduğu bu bölgede, sıradağlara ve kıyıdaki çoraklaşmış topraklara rağmen, gelişmiş ulaşım ağlarına ve ileri tarım tekniklerine dayanan bir uygarlık ve imparatorluk kurmuşlar.
İnkalar, diğer büyük uygarlıklardan uzakta Peru dağlarında MS. 1200 yıllarında kurulmuş ve en güçlü zamanlarında büyüklüğü 4000 km’ye nüfusu 16 milyona ulaşmış. İnkalar, kısa zamanda hızlı bir gelişim göstererek yollar, köprüler, tüneller ve zamanlarının ilerisinde karışık bir sulama sistemi inşa etmişler, kanun oluşturmuş ve ordular kurmuşlar. Bu gelişmişliğe rağmen herhangi bir yazı sistemi kullanmamış, ipe atılan düğümler ile bir kayıt tutma sistemi kullanmışlar. İmparatorluk taht kavgaları ile zayıflamış, İspanyolların işgaliyle 1533 yılında yıkılmış.
İnka fetihleri Pachacütec (dünyanın iyileştiricisi) lakabıyla tahta geçen Yuganpui döneminde başlamış ve İspanyol istilasına kadar sürmüş. Onuncu hükümdarları Tupac Yupanqui, 1493’te başa geçen Huayna Câpac döneminde İnka İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaşmış.
Kolombiya’nın güneyinden Şili’nin orta kesimlerine kadar 4.000 km uzunluğunda bir alanı kaplıyor ve 7-10 milyonluk bir nüfusu barındırıyormuş.
Halkın gözünde imparator “Güneş’in oğlu”ymuş. İnkaların atası da İnti, yani Güneş’miş. Hükümdarlığın temelinde dini unsurlar bulunması, İnka devletine teokratik nitelikler kazandırmış.
Kutsallıkta Güneş tanrısına eş olan İnka’nın, yani hükümdarın imparatorluk simgeleri, alnını örten lâl rengi bir saçak ve kulak memelerine takılan büyük altın disklermiş. Güneş’in oğlu olan imparator tanrılar ve insanlar arasında aracılık yapar, halkın ve evrenin düzenini korurmuş.
İnka, ölümünden sonra tahta geçecek olan oğlunu kendisi seçermiş fakat yine de taht kavgları olurmuş.
İlk uygarlığın doğuşundan beri Andlardaki geleneksel toplum yapısının ve ekonomisinin temelini “ayllu” sistemi oluşturuyormuş. Ayllu, yaklaşık 300 üyeden oluşan, akrabalık bağları üzerine kurulmuş, belli sürelerde toprakları paylaştıran ve karşılıklı yardımlaşmayı temel alan toprak sistemmiş.
İnka uygarlığında para kullanılmadığı için köylüler vergi olarak belli dönemlerde zorunlu olarak devlet hizmetinde çalışırlarmış. “Mita” adı verilen bu angarya ile yolların ya da sulama kanallarının bakımı yapılır,köylüler komşu devletlerin tehditlerinden korunmak için yapılan kalelerin inşasında çalışırmış.
İnka mimarisinin temel özellikleri, kusursuz bir şekilde yontulup perdahlanmış büyük taş bloklarını kullanmaları ve kapılar ile pencereleri dikdörtgen değil yamuk biçiminde yapmalarıymış. Yapılar, her biri tonlarca ağırlıkta olan ve birbirine kolaylıkla geçebilen ve harçsız olarak birbirine oturtulmuş devasa bloklardan oluşuyormuş. Deprem kuşağında yer almasına karşın hiçbir sarsıntının bu binaları yıkamaması İnkaların mimari alandaki başarısı gözler önüne serer.
İnşaat, dokuma ve mücevher işçiliğindeki ustalıklarına rağmen İnkalar, teknolojide Cilalıtaş Devri’nin ötesine geçemediler. Maden olmadığından (demir ancak XV. yy’da kullanılmaya başlamış) çiftçiler sabanı bilmiyor, tarlalar çapayla sürülüyormış. Tekerleği de bilmedikleri için lamalar, koşum hayvanı olarak değil yük hayvanı olarak kullanıyorlarmış.