İçindekiler
Côte d’Azur kıyılarının ve Fransız Rivierası’nın en güzel şehirlerinden biri Cannes, bölgedeki Alpes – Maritimes bölümünde yer alıyor.
Cannes, özellikle turistler için gece hayatı açısından da oldukça zengin bir yer. Fransız Rivierası kasabalarının geri kalanında olduğu gibi, şehrin ‘yeniden doğuşu’ 20. yüzyılın başında gerçekleşmiş. Ve bunun ana nedenlerinden biri, ilk kumarhanelerin inşa edilmesiymiş aslında. İlk inşa edilen kumarhane 1926’da yapılmış ve ismi de Casino Municipal. Günümüzde Cannes, Cote d’Azur’da (Monako hariç) üç kumarhaneye sahip tek şehir olma özelliğini de taşıyor. Elbette bu güzel şehrin görülecek tek güzel yeri kumarhaneleri değil. Eski liman, eski şehir meydanı, gıda pazarları ve yaklaşık 15 dk uzaklıktaki Lerins adalarına tekne gezileri ile oldukça keyifli bir yer Cannes. Tatiliniz Mayıs ayına denk geldiğinde, her yıl düzenlenen göz alıcı Cannes film festivalini de görebilirsiniz.
Cannes, keyifli mimarisi, kültürel mekanları, zengin gece hayatı ve tabii ki muhteşem iklimi ve güzel kumlu plajın hemen yanıbaşındaki uzun gezinti yolu ile sizi de büyüleyecek eminim.
Cannes’dan bunları yapmadan dönmeyin!
- Limanın hemen batısındaki küçük ve güzel sokakları ile yüzlerce yıldır değişmeyen Le Suquet’i gezin.
- Lüks yaşam anlayışını rahatlıkla hissedebileceğiniz La Croisette’nin kıyılarında dolaşın.
- Palais des Festivales yani Cannes Film Festivali’nin düzenlendiği binayı ziyaret edin, kırmızı halıda bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmayın.
- Forville marketi ziyaret edip bu yerel pazarın tezgâhlarında kaybolun. Sabah erken saatlerde gitmeyi unutmayın.
- Sainte-Marguerite Adası’na gidin. Cannes’ın eski limanından feribotla sadece 15 dakika uzaklıkta.
- Saint-Honorat Adası’na gidin. Sainte-Marguerite Adası’nın komşusu ancak biraz daha farklı. Daha manevi diyelim, bu ada uzun yıllardır hac yeri olarak kullanılıyor.
- Castre Müzesi’ni gezin. Bu yapı 11. yüzyılda inşa edilmiş bir kale.
- Notre Dame de l’Espérance Kilisesi’ni ziyaret edin. 1500’lerde inşa edilen bu görkemli gotik ve rönesans kilisesi görülmeye değer gerçekten.
- Villa Domergue’ü ziyaret edin ve muhteşem bahçesinin keyfini çıkarın.
- Rue d’Antibes’de gezin ve alışveriş yapın.
- Şehirdeki ikonik aktörleri, karakterleri ve sevilen filmlerden sahneleri gösteren büyük duvar resimlerini görmeyi unutmayın.
- Cap d’Antibes sahil yolunda keyifli bir akşam üzeri yürüyüşü yapın.
- Marsilya usulü safranlı bir balık çorbası olan Bouillabaisse’yi mutlaka deneyin.Cannes’daki çoğu fırında bulunan Pissaladiere’yi de tatmanızı öneririm. Son olarak, Cannes’a özel bir lezzet olan Beignets de Fleurs de Courgettes yani kabak çiçeği böreğini denemelisiniz mutlaka.
- Cannes’a kadar gitmişken buraya özel parfüm ve sabunlardan, Cannes film festivaline özgü ürünlerden ve yerel porselen ürünlerden satın almadan Cannes seyahatinizi bitirmeyin.
Cannes’da Gezilecek Yerler
Le Suquet – Old Town – Eski Şehir
Limanın batısında, bir yamaca kurulmuş, küçük, dar ve dolambaçlı sokaklardan oluşan yapısı yüzlerce yıldır değişmeyen Cannes’ın bu ilk mahallesi yani ilk yerleşim yeri Le Squet. Buraya gelmişken mutlaka görmeniz gereken yerlerden biri. Akşam bir restoranda akşam yemeğine çıkarsanız, tepenin üst kısmında yer alan ve eski balıkçı evlerinin sıralandığı bir cadde olan Sainte-Antoine Rue’de biraz zaman geçirmeyi de unutmayın sakın. Eski şehirler için yorumum hep aynı, merakınızın size rehberlik etmesine izin verin ve bu dolambaçlı, dar sokaklarda kaybolun. Yürürken begonvil çiçekleriyle bezenmiş duvarları yavaş yavaş geçerek mis kokularını içinize çekmeyi ihmal etmeyin.
La Croisette
La Croisette Cannes’ın en ikonik noktalarından biri, yurdum insanı için anam babam usulü kordon denebilir aslında ama biraz daha farklı. Farkı çevresinde bulunan lüks mağazalar. Bizim kordonlar incik boncuk, magnet tezgâhlarından oluşuyorken La Croisette lüks plajlar ve mağazalarla çevrelenmiş durumda. Uzunluğu hemen hemen 2 km civarında. Şehrin en popüler restoranları da burada bulunuyor aynı zamanda. Buradaki özel plajlara giriş yapmak istiyorsanız yüksek bir bedel ödemeyi de göze almalısınız.
Rue d’Antibes
Rue d’Antibes sadece Cannes’ın değil aynı zamanda Fransa’nın da en ünlü alışveriş caddelerinden biri. La Croisette’den birkaç sokak ötede ve körfeze paralel olarak konumlanan Rue d’Antibes, büyük uluslararası markaların yanı sıra Fransız markalarının da bulunduğu uzun bir alışveriş caddesi. Mağazaların yanı sıra butik çikolata satan küçük dükkanlar ve butik pastaneler de bulunuyor bu bölgede. Fransız çikolatalarının ve pastalarının tadına varmak isterseniz, buralarda bir mola vermeyi ihmal etmeyin. Çeşitli restoranlar da var Rue d’Antibes’de ancak tahmin edeceğiniz üzere fiyatları bir haylı yüksek. La Croisette’den başlayarak, sınıfının en iyisi tüm markaların bulunduğu ticari bir alanda buluyorsunuz kendinizi. Gucci, Chanel, Dior, Bvlgari, Miu Miu, Prada gibi dünyaca ünlü markalar alışveriş sever zenginlere hizmete amade durumda. Eğer bu markalardan alışveriş yapmayı tercih etmiyor ya da edemiyorsanız, vitrinlerde bir göz alışverişi yapabilirsiniz. Pahalı tüketim alışkanlığı olmayanlar için burası yalnızca vitrin gezmekten ibaret olabiliyor çünkü.
Palais des Festivals et des Congres de Cannes
Cannes Film Festivali’nin gerçekleştiği yer işte burası. Bu bina ve önündeki kırmızı halıda ünlüler o kadar çok fotoğraflandı ki, dünya çapında bir ikon haline geldi adeta. Gitmeden önce gözünüzde bambaşka şeyler canlanıyor olabilir ama ilk gördüğümde beni çok şaşırtan bir şey olmuştu, o da binanın sıradanlığı. Çocukluk günlerimde gittiğim Beylikdüzü kitap fuarı geldi aklıma. O kadar gösterişsiz, o kadar normal ki. İnsan bir hayal kırıklığına uğramıyor değil hani. Girişleri ücretli. Eğer, aman gerek yok içeriyi görmeye diyorsanız binanın civarında da dolaşabilirsiniz. Yerlerde ünlülerin el izlerinin bulunduğunu göreceksiniz bu ufak gezi esnasında. Buradan ayrılmadan merdivenlerdeki kırmızı halıda kendi halinde bir şöhret pozu vermeyi de unutmayın derim. Ne dersiniz, Instagram için güzel bir fotoğraf olur değil mi?
Marché Forville – Forville Market
Benim gibi gittiği şehirlerin pazarlarını gezmeyi sevenlerdenseniz, Güney Fransa bunun için tam bir cennet gerçekten. Konuya girmeden hemen küçük bir uyarı yapayım, saat 14:00 civarında kapanıyor pazar. Aynı zamanda pazartesi günleri de kapalı çünkü her pazartesi burada bit pazarı kuruluyor. Bu yüzden erkenden gidip tazecik sebzelerin, meyvelerin, peynirlerin ve lokal ürünlerin keyfini çıkarın derim. Tazecik çiçek tezgâhları ve yine taze otlar satan tezgâhların önünden ayrılmak pek de kolay olmuyor. Bu pazarda ev yapımı tatlılar, çeşit çeşit mantarlar ve mis kokulu zeytinyağları da bulabilirsiniz.
L’Île Sainte-Marguerite – Sainte-Marguerite Adası
Eski Cannes limanından tekneyle sadece 15 dakika uzaklıktaki Sainte-Marguerite adası, iki Lérins adasına en yakın olanı. Buralara kadar gelmişken de küçük bir tekne yolculuğuyla ada keyfi yapmadan dönmemenizi öneririm. Bilhassa Cannes’ın plajları ve sokakları biraz fazla kalabalıksa mükemmel bir seçenek olacak sizin için. Sainte-Marguerite Adası kalabalık günlerde bile kendinizi izole etmenize olanak tanıyan şemsiye çamları ve okaliptüs ağaçlarıyla dolu. Derin ve aromatik kokulu bir ormana sahip. Bir nevi küçük cennet diyebiliriz buraya.
Küçük bir bilgi daha vermek isterim; gizemli demir maskeli adamı bilirsiniz. Onun ve onun gibi mahkumların hapsedildiği Kraliyet Kalesi de bu adada yer alıyor. Günümüzde hapishane olarak değil yerel gemi enkazlarından kurtarılan nesnelerin sergilendiği eğlenceli bir denizcilik müzesi olarak ziyarete açık.
Bilmeyenler için de kısaca ben anlatayım; Demir Maskeli Adam, 1703 yılında Bastille Hapishanesi’nde ölen ve kimliği konusunda oldukça fazla spekülasyon olan Fransız bir mahkum. Metal eklemli bir maske takıyor. 1679’da XVI. Louis’nin emri ile önce Piémont’da Pignerol Hapishanesi’ne, oradan sonra da Sainte-Marguerite Adasındaki Kraliyet Şatosu’na hapsedilmiş. Demir Maskeli Adam Paris’teki Saint-Paul Mezarlığına Marchiali adıyla gömülmüş. Bu yabancı hakkında çok az şey biliniyor. Hakkındaki söylentiler arasında kralın evlilik dışı oğlu olduğu ve kendisine çok benzediği için demir bir maske ile kapatıldığı iddiası da var. İddialarda bir diğeri ise, Demir Maskeli Adam’ın aslında kralın ikiz kardeşi olduğu ve krala birebir benzediği için demir bir maske ile hapsedilmiş olduğuydu. Kral artık kendisini nasıl sevmiyorsa, öldüğü gün hücresindeki bütün eşyaları yaktırmış ve cenazesi için töre yapılmasına dahi müsaade etmemiş. Hikâyeyi daha detaylı öğrenmek isterseniz, The Man in the Iron Mask ( Demir Maskeli Adam ) filmini izleyebilir. 1998 yapımı, başrollerinde Leonardo DiCaprio, Jeremy Irons, John Malkovich var.
Ecomusée Sous Marin – Denizaltı Eko Müzesi
Sualtı eko müzesi,Sainte-Marguerite adasının güney kıyısında, ormancının kulübe yolunun hemen altında 6 sualtı heykeline ev sahipliği yapan muhteşem bir müze. Burayı ziyaret edebilmek için elbette bir dalgıç olmanız gerekiyor. Profesyonel anlamda bröveniz olmasa dahi, iyi bir yüzücü ve dalış kabiliyeti olan biri olmalısınız. Dibe inmeden, suyun üzerinden görmem de yeterli derseniz eğer, maske ve şnorkel ile yüzerken de seyredebilirsiniz bu muhteşem sualtı müzesini. Müze girişleri ücretsiz, ziyaretçilerin güvenliği için burada teknelerin demirlemesine izin verilmiyor ve bu çok isabetli bir karar gerçekten. Suyun altında, 2 metre boyunda ve her biri yaklaşık 10 ton ağırlığında 6 heykel göreceksiniz. Bu heykeller flora ve faunanın gelişebileceği sığınaklar oluşturabilmek için, ekolojik olarak kötü bir etkisi olmayan ve pH açısından nötr bir malzemeden yapılmışlar. Biyolojik su altı çeşitliliğini korumak ve büyümeye teşvik etmek için oldukça uzun ve zahmetli bir süreçten sonra ortaya çıkmışlar. Birer yapay resif görevi görüyorlar aynı zamanda. Ne kadar kıymetli değil mi? Doğaya, sonradan, insan eli ile bir eser ekleniyor ve bu eser öyle bir hale getiriliyor ki zarar vermek bir yana dursun, bulunduğu ortamın özgünlüğünü korumasına ve canlı çeşitliliğinin korunmasına yardımcı oluyor.
L’Île Saint Honorat – Saint Honorat Adası
Komşu Sainte-Marguerite adası, yaklaşık 1.600 yıldır hac yeri olarak kullanılıyor, dolayısıyla daha manevi ve farklı bir havaya sahip. İsmini bu adayı kuran Saint Honorat’dan almış. Saint Honorat 410 yılında adaya bir manastır kurmuş ve burada kısa zamanda, hızla bir manastır topluluğu oluşmuş. O zamandan beri, ev yapımı bal ve şarap satışı sayesinde bugün hayatta kalan büyük bir Sistersiyen topluluğu olmasına rağmen, adada kanlı baskınlar ve sürgünler gerçekleşmiş. Sakin bir yürüyüş turu yaparak terk edilen şapellerin kalıntılarını ve Napolyon döneminde kalan bazı kalıntıları görebilirsiniz. Vaktiniz varsa, Lérins Manastırı’nın içini ve güney kıyısındaki 15. yüzyıldan kalma muhteşem müstahkem manastırı ziyaret etmeyi ihmal etmeyin.
Sistersiyen tarikatı aynı zamanda Beyaz Keşişler ya da Bernardinler olarak da biliniyorlar. Hristiyanlığın Katolik koluna bağlı kendilerini Dünya işlerinden uzaklaştırmış keşiş ve rahibelerden oluşan bir tarikatlar.
Musée de la Castre – Castre Müzesi
Castre Müzesi vakti zamanında Lérins Rahipleri’ne ev sahipliği yapan bir Ortaçağ kalesinde yer alıyor. Le Suquet tepesini tırmandıktan sonra, 11. yüzyılda körfezi savunmak için inşa edilmiş olan bu kaleyi göreceksiniz. Kristof Kolomb öncesi Amerika, Okyanusya, Himalayalar ve Kuzey Kutbu’na dair ilkel sanat eserlerini, Akdeniz’den antik nesneleri ve dünyanın hemen hemen yer yerinden getirilen müzik aletlerini görebilirsiniz Castre Müzesi’nde. Aynı zamanda Cannes, çevresi ve genel olarak Fransız Rivierası’na ait manzara resimlerini de görme imkânınız var. Ziyaretinizin sonunda, terastan körfez manzarasını izlemek isterseniz, kara kulenin 109 basamağını çıkarak tepeye ulaşabilir ve bu hayranlık uyandırıcı manzarayı izleyebilirsiniz.
Église Notre-Dame-d’Éspérance – Esperance Meryem Ana Kilisesi
Eski kalenin yanında, 1500’lü yıllarda inşa edilmiş bu görkemli kiliseyi görebilirsiniz. Gotik-Rönesans tarzı inşa edilen Esperance Meryem Ana Kilisesi
Dışarıdan sade görünüyor ancak içine girdiğinizde sizi büyüleyecek bir sürü ayrıntıyı barındırıyor. Vaftiz Şapeli’nde, Meryem Ana ve Çocuk İsa’nın 16. yüzyıldan kalma bir heykeli bulunuyor. Girişin hemen üzerinde 19. yüzyılda eklenmiş güzel bir Pavia orgu var. Bu kilise, Cannes’ın en önemli kilisesi olarak biliniyor. Unutmadan, dönüş yolu ile ilgili küçük bir ipucu vereyim size. Kilisenin hemen yan tarafında göreceğiniz merdivenler, liman tarafına kolayca inmenizi sağlayacak. Aksi takdirde dönüş yolu da biraz yorucu olabilir.
Villa Domergue – Domergue Villası
Domergue Villası adını onu yaptıran ressamn Jean Gabriel Domerque’den alıyor. Yapım yılı 1934 ve Art et Déco tarzında inşa edilmiş. Art et Déco Fransa menşeli sanat akımı. Art nouveau’nun hemen ardından bu akım başlamış. Art nouveau akımından farkı ise, el emeğine değil sanayiye dayalı olması ve sahip olduğu geometrik desenler. Yine Art nouveau’da olduğu gibi gotik süslemelere önem vermiş bu akım da. Villanın muhteşem Akdeniz tarzı teraslı bahçesinin tasarımı da Jean Gabriel Domerque’nin heykeltraş eşi Odette Maugendre tarafından yapılmış. Domergue Villası Cannes’ın arkadaki tepelerinin sakinliğinde, efsanevi kutlamalara ev sahipliği yapmış bir mülk. 1970’li yıllarda şehre miras kalmış, şimdilerde oldukça sofistike müzik etkinlikleri düzenleniyor. Jazz à Domergue bu etkinlikler arasında en çok ilgi görenlerden. Villa etkinlik dışı zamanlarda da ziyarete açık.
Les Murs peints – Boyalı Duvarlar
Cannes’da göreceğiniz en keyifli eserlerden biri de bu boyalı duvarlar. Cannes şehri sinema için önemli bir şehir malum, durum böyle olunca da şehrin duvarlarında popüler filmlerin oyuncularına ya da karakter ve sahnelerine ait duvar resimleri görebiliyorsunuz. Örneğin, Vallombrossa Bulvarı’nda Charlie Chaplin’in bir tablosunu görebilirsiniz.
Eğer bir film arabası meraklısıysanız, Batmobile, Travis Bickle’s Taxi ve Starsky ve Hutch’s Gran Torino’yu bulacağınız Berthelot-ex Diabolika otoparkındaki freskleri görmeyi unutmayın derim.
Cannes Film Festivali
Cannes ve film festivalinin adını bu kadar geçirmişken, festivalle ilgili detayları da iletmeden olmaz diye düşündüm. Le Festival international du film de Cannes ya da kısaca le Festival de Cannes ilk defa 1946 yılında düzenlenmiş. Avrupa Sineması’nın adeta vitrini haline gelmiş geçen yıllar boyunca. Dünya üzerindeki en önemli film festivallerinden biri aynı zamanda. Bütün hikâye 1938 yılında Venedik’te başlıyor aslında. Venedik Film Festivali jürisi o dönem Mussolini ve Hitler baskısı altındalar ve resmi sonuçları Nazi propagandasını anlatan bir belgesel lehine ilan etmeden birkaç saat önce ödül kazananları değiştiriyorlar. Bu olaydan sonra Fransız diplomat ve tarihçi Philippe Erlanger baskıların ve kısıtlamaların olmadığı, ücretsiz bir festival düzenleme hayalini kuruyor ve bununla ilgili planlar yapıyor. Dönemin Fransız Eğitim Bakanı Jean Zay’dan onay aldığı vakit bu fikir resmileşiyor ve 1 Eylül 1939 yılında, Uluslararası Film Festivali, Venedik Film Festivali ile aynı zamanda Cannes’da başlıyor. İlk festival için belirlenen tarih 1-20 Eylül arası ve belediyenin gazisonuna ait oditoryumda yapılması planlanıyor. Ressam Jean Gabriel Domergue ilk festival için resmi bir afiş hazırlıyor hatta festivalin ilk müdavimleri Ağustos ayından geliyorlar ve görkemli partiler düzenleniyor. Ancak gittikçe daha da yüksek çalan savaş çanları sebebiyle gelenlerin bir kısmı kaçıyor. Festivalin başlangıç günü olan 1 Eylül’de Almanlar Polonya’yı işgal edince, festival 10 gün erteleniyor. Durum daha da kötüye gidip 3 Eylül’de savaş ilan edilince, festival daha başlamadan bitiyor. 1945 yılı Temmuz ayına gelindiğinde, Fransa’nın savaştan harap olduğu günlerde Philippe Erlanger festival fikrini yeniden gündeme getiriyor ve bu konuyu uzun uzun görüşüyor Fransız sinematografisinin yeni direktörü ile. Fransa’nın durumu malum, hükümet ve Cannes Belediye’si böyle bir masrafı karşılamanın mümkün olmadığını söylüyor. Durum böyle olunca da, ilk festival bağış fonları ile düzenleniyor. İşte Cannes Film Festivali’nin başlangıç hikâyesi böyle. 1946 yılında düzenlenen o ilk festivalden bugüne dek, festival tarihinde dedikodular, spekülasyonlar eksik olmadı tabi. Bunlar için ufak bir arama motoru incelemesi yapmanız yeterli. Unutmadan 1982’de Yılmaz Güney’in Yol filmi ülkemize Altın Palmiye’yi getiren ilk film oldu. Bu kadar da değil elbette, 2014 yılındaki festivalde Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu, 2012’de Rezan yeşilbaş’ın Sessiz adlı kısa filmi de Altın Palmiye ödülünü aldı. Ayrıca 2003 yılında Muzaffer Özdemir ve Emin Toprak, Nuri Bilge Ceylan’ın Uzak filmindeki başarılı performasları sayesinde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldılar. Yine o yıl, aynı film ile Nuri Bilge Ceylan Grand Prize of the Jury ve Foreign Cineaste of the Year ( Jüri Büyük Ödülü ve Yılın Yabancı Sineması ) ödülünü aldı. Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes ödülleri bu kadarla da kalmadı elbette, 2008’de Üç Maymun ile en iyi yönetmen ve 2011’de Bir Zamanlar Anadolu’da ile Grand Prize of the Jury ( Jüri Büyük Ödülü ) ödülünü aldı.
2007 yılında, Yaşamın Kıyısında filmi Fatih Akın’a Cannes Film Festivali En İyi Senaryo Ödülü’nü getirdi. Anlayacağınız, Cannes’dan Türkler de geçti ve ödüllerle geri döndüler. Bizim için çok büyük bir gurur tabi bu.
Havai Fişek Festivali
Cannes’ta 1967 yılından bu yana, her yıl Temmuz ve Ağustos aylarında düzenlenen bir festival; Havai Fişek Festivali. Bütün Cannes Körfezi’ni kaplayacak kadar büyük bir gösteri düzenleniyor. Üstelik bu festivali dünyanın birçok ülkesinden havai fişek tasarımcıları, her yıl en özel tasarımları ile katılıyorlar. En iyi piroteknik ekibe, yani en başarılı gösteriyi sunan ekibe festivalin sonunda Vestal Ödülü veriliyor.
Cannes Plajları
Cannes’daki plajları halka açık ve özel olarak iki kategoriye ayırmak isterim. Her iki grupta da, gerçekten büyüleyici güzelliğe sahip plajlar mevcut. Halka açık plajlar daha doğal ve minimalist iken, özel plajlar çok daha ihtişamlı ve lüksler.
Carlton Beach
Bu plaj adından da tahmin edeceğiniz üzere, Cannes’ın en lüks otellerinden biri olan InterContinental Carlton’a ait özel bir plaj. La Croisette bölgesindeki tüm büyük otellerin kendi özel plajları var. Carlton Plajı’nda özel şezlonglar, localar, duşlar, özel eşyalarınızı muhafaza edebilmeniz için kilitli dolaplar mevcut. Oldukça temiz ve konforlu bir tesis. Eğer InterContinental Carlton’da konaklamıyorsanız, plajı kullanmak için ücret ödemeniz gerekiyor. Bu plaj, Grace Kelly’nin To Catch filmini çektiği plaj, filmin yapım yılı 1954.
Long Beach
Bu plaj, JW Marriott oteli tarafından işletiliyor. Konumu oldukça merkezi. Sahilinde bir restoran ve nefis kokteyller deneyebileceğiniz bir barı da var. Garsonları, siparişlerinizi şezlonglara servis ediyorlar.
Plage de la Bocca – Bocca Plajı
Plage de la Bocca, Cannes’daki en popüler halk plajlarından biri. La Croisette’den körfezin daha batısında, Aeropuerto de Cannes-Mandelieu ‘ya yakın bir konumda bulunuyor. Yaz aylarında zaman zaman kalabalık olabiliyor tabi ama, güzel kumu sayesinde gençler ve ailelerin favorileri arasında.
Plage du Midi
Cannes’ın batı tarafında yer alan Plage du Midi, şehrin eski mahallesi Le Suquet’e ve şu anda halka açık bir park olan La Croix des Gardes’e yakın konumdaki bir halk plajı.. Park, bölgedeki en büyük villalardan birinin arazisiymiş daha önce ve plaja gitmeden önce ya da piknik yapmak için önünüze çıkacak tepeye tırmanmaya değer gerçekten de. Plage du Midi’de çeşitli restoranlar bulunuyor. Samimi, halka ait ve temiz bir plaj.
Palm Beach
Palm Beach, Cannes’daki (Pointe Croisette) burnun ucunda bulunuyor. Sakin bir plaj ve özellikle çocuklar için iyi bir seçenek. Burada ayrıca kitesurf yapanları ya da limana giren tekneleri de izleyebilirsiniz. Palm Beach Sainte Marguerite Adası’na bakıyor aynı zamanda.
Cannes Yeme – İçme Rehberi
Cannes’da büyük bütçeli özel restoranlardan tutun da, çok daha lokal ve küçük restoran ve kafelere dek birçok alternatifiniz bulunuyor. Deniz kenarındaki gastronomik noktalardan doyurucu Provençal yemeklerinde uzmanlaşmış bistrolara kadar, en sevdiklerimi sizin için derledim.
L’Affable
Bu mekânda en sevdiğim şey güleryüzlü ve misafirperver hizmetleri oldu. Bazı yerlerde karşınıza çıkan Fransız kibrinden uzak, oldukça da tatlılar. Kekikle kavrulmuş kuzu kaburga ya da tempura karides deneyebilirsiniz. Yemeği hafif tutarak sonrasında mutlaka Grand Marnies suflesini deneyin derim.
Table 22
Akdeniz mutfağı sevenler için doğru restoranlardan biri burası. Geleneksel Akdeniz yemeklerini modernize ederek sunuyorlar. Favori lezzetleri arasında taze porçini mantarlı cannelloni ve morina balığı filetosu yer alıyor.
Da Laura Cannes
Fransız yemeklerine ara verip bir değişiklik yapmak isterseniz yolunuzu Da Laura Cannes’a düşürün derim. 1992 yılından bu yana, Cannes’taki en iyi İtalyan restoranı olduğu söyleniyor. Ricotta ve pazı mantısı ve taze domatesli spagetti alla chitarra denemeye değer hakikaten. Rezervasyon yaptırmayı ve terastaki masanızı ayırtmayı unutmayın.
La Cave
Oldukça rahat ve samimi bir bistro burası. Yerel ürünleri tüketmek isteyenler için de en ideal yerlerden. Tazecik kabak çiçeklerinden yaptıkları bir tür börekleri var ( Beignets De Fleurs De Courgettes ), inanılmaz lezzetli. Alternatif olarak maydanozlu kurbağa bacağı da var, ben değişik bir şeyler yemek istiyorum diyenler için. Yaklaşık 500’ün üzerinde alternatif bulunduran geniş de bir şarap menüleri var.
Cannes’da Ne Yenir?
Beignets De Fleurs De Courgettes
Kabak çiçeği bizim Ege mutfağında olduğu gibi kıymetli Cannes için de. Beignets de fleurs de courgettes; içi peynirle doldurulmuş kabak çiçeği kızartmasına deniyor. Bu kızartmalar daha sonra deniz tuzu, sarımsak ve maydanoz ile tatlandırılıyor.
Bouillabaisse
Bu yemeğin kökeni Marsilya ve Fransızlar’ın meşhur balık çorbası bouillabaisse. Eskiden Marsilyalı balıkçılar, satamadıkları balıkları çorba haline getirip tüketirlermiş. Böylece hem ziyan olmasını engeller, hem de karınlarını doyururlarmış. Aradan geçen yıllarda bu lezzet kemikleşmiş ve Fransız mutfağının en ünlü yemeklerinden biri haline gelmiş.
Ratatouille
Güney Fransa ve İtalya’da birçok şehirde yiyebileceğiniz bir lezzet ratatouille. Fransızların geleneksel sebze yahnisi olarak pişiriliyor. Biber, soğan, sarımsak, patlıcan, kabak gibi sebzeler bir yahni gibi pişiriliyor ve hem ana yemek hem de garnitür olarak servis ediliyor. Ana yemek olarak servis edildiğinde, pilav ya da makarna gibi yemekler eşlik ediyor.
Tart Au Citron
Aşk acısına, kalp yarasına birebir bir lezzet; tart au citron. Mis gibi narenciye kokuları içeren bir limonlu turta bu. Üzeri de merengle süsleniyor. Bir kez de olsa, mutlaka denemenizi öneririm.
Gateau Des Rois
Noel döneminde yapılan bir kutlama pastası gateau des rois. Güzel de bir geleneği var, muhtemelen Fransız paganizm döneminden kalma bir gelenek bu. Milföy hamuru ile yapılıyor. İçine marzipan tarzı bir doldu hazırlanıyor ve bir tane de fasülye konuluyor. Fasülye kime denk gelirse o kişi o gün kral ilan ediliyor. Kağıttan taçlar hazırlanıp krallığı kutlanıyor. Bence çok tatlı ve keyifli bir gelenek.
Cannes Tarihi
Cannes’ın tarihine baktığımızda buraya Hz. İsa’dan bir yüzyıl önce Liguryalılar’ın yerleştiğini görüyoruz. Bir burun üzerine yerleşmiş ve bölgede bir kamp kurmuşlar. Bu arada arkeolojik kalıntılarda buna dair herhangi bir kanıt yok ancak Yunan coğrafyacı Strabon tarafından varlıkları kayıtlara geçmiş ve kendisi Liguryalılar’ı barbarlar olarak nitelendirmiş. Onlardan sonra sırasıyla Phokaialılar, Keltler (veya Galyalılar) ve Romalılar tarafından işgal edilmiş
Cannes’a Nasıl Gidilir?
Cannes’a Aeropuerto de Cannes-Mandelieu yani Cannes Havalima’nına gelerek ulaşabilirsiniz ancak hem çok sık uçak bulunmuyor hem de biraz maliyetli olabiliyor. Yakın şehirlerden birine ( Lyon, Marsilya, Toulose ) uçakla gidip sonrasında Cannes’a aktarma yapabilirsiniz. Bir başka alternatif de Nice’e gelip buradan trenle Cannes’a gelmek. Cannes – Nice arası trenle 25 dk sürüyor. Cannes’da ineceğiniz durak ismi yine Cannes.
Cannes’da Şehir İçi Ulaşım Nasıl Sağlanıyor?
Cannes’de şehir içi ulaşımda raylı sistem yok ne yazık ki. Otobüs ve taksiler kullanılıyor. Esasında, burayı keşfetmek için en iyi seçenek yürümek olsa da ihtiyaç duyduğunuz takdirde otobüs ya da taksileri kullanabilirsiniz. Otobüsler oldukça sık geçiyor. Bileti otobüs duraklarından ya da otobüs şoföründen temin edebiliyorsunuz. Otobüs bileti taksimetre açılış ücretinin hemen hemen yarısına geliyor, üstelik 10 geçişlik bilet aldığınızda bu rakam daha da aşağıya iniyor. Euro kurunu düşününce, otobüs daha mantıklı bir seçenek olabilir.
Cannes’a Ne Zaman Gidilir?
Cannes’a gitme zamanınızı aslında biraz da oraya neden gittiğiniz belirliyor. Tüm Güney Fransa şehirleri gibi yaz aylarında gitmeyi de tercih edebilirsiniz, farklı deneyimler için diğer mevsimleri de.
Bu tatil için odak noktanız deniz, kum, güneş ise elbette doğru zaman yaz ayları sizin için. Yaz aylarında Cannes güneşi altında bronzluğunuza bronzluk katarken, Akdeniz’in tatlı sularında yüzmenin keyfini çıkarabilirsiniz. Ancak bilmeniz gereken bir iki şey de var elbette; yaz dönemi olunca şehrin en kalabalık dönemlerinden birine denk geleceksiniz. Turistik sezonlarda otel fiyatları en üst seviyeye ulaşıyor. Bu da daha fazla para ödeyeceğiniz anlamına geliyor tabi. Hadi parayı ödediniz diyelim, iş bununla da bitmiyor. Her yer o kadar kalabalık oluyor ki iyi bir restoranda ya da kaliteli bir plajda yer bulmak oldukça zor hale geliyor. Planlı, programlı, rezervasyonlu bir insansanız sorun yaşamayabilirsiniz ancak spontane günler geçirmek istiyorsanız bu kalabalık biraz canınızı sıkabilir. Benden söylemesi.
Sinema sevdalısı biriyseniz, sizin için en doğru zaman Mayıs ayı olacak çünkü Mayıs ayında düzenlenen o meşhur Cannes Film Festivali’ni kaçırmak istemeyeceksiniz. Şehrin sokaklarında ünlülerle birlikte salınmak ilginizi çekiyorsa da yine Mayıs ayını tercih edebilirsiniz. Film festivalinden bağımsız olarak, ilkbahar ve sonbahar aylarında bu şehir oldukça keyifli oluyor. Sonbaharda deniz tatili yapamazsınız ama ilkbahar denize girmeniz için de güzel bir mevsim. Yaz ayları kadar olmasa da. Hem daha ekonomik hem de az kalabalık içinde, keyifle keşfedebilirsiniz şehri.
Bir çılgınlık yapıp kış tatili için Cannes’a gideceğim diyenlerdenseniz, pek tavsiye etmiyorum. Evet, bu dönemde diğer Avrupa şehirlerine göre daha az maliyetle tatil yapabilirsiniz ancak muhtemelen sokaklarda gezinen birkaç insandan biri olursunuz. Kış aylarında mekânların çoğu kapalı, sokaklar sakin. Böyle bir tatil muhtemelen keyif vermeyecektir. O yüzden, kış aylarını elemek en mantıklı seçenek olabilir.
Cannes’da Nerede Kalınır?
City Center – Şehir Merkezi
Burası şehrin en popüler noktası diyebiliriz. Bilhassa lüks butikler, restoranlar, eğlence merkezleri ve kafeleri tercih edenler için. Aynı zamanda tren istasyonuna da oldukça yakın.
La Croseitte
Şehrin en popüler otellerinde konaklamak istiyorsanız, doğru bölgedesiniz. Sabahı deniz manzarası ve mis gibi Akdeniz kokusu ile karşılamak istiyorsanız ve plajın çok yakınınızda olması önceliğiniz ise, sizin için doğru yer La Croseitte. Elbette, sunduğu bu ayrıcalıklar otel fiyatlarına da yansıyor. Cannes’ın en lüks otellerinden biri olan InterContinental Carlton, Hotel Martinez by Hyatt ve Hotel Barriere Le Majestic bu bölgede bulunuyor.
La Suquet
Bence Cannes’ın en güzel manzaralarından bir kısmını La Suquet’de göreceksiniz. Daracık sokaklarında yürümek sizi kısa süreli bir zaman yolculuğuna çıkaracak. Şehir merkezinin karmaşasından uzak, La Croseitte’nin lüksünden ayrı buranın bambaşka bir güzelliği var. Tarihi dokun sevenler için, mutlaka tercih edilmesi gereken bir bölge La Suquet. Burada hem uygun fiyatlı hem de lüks ve yüksek fiyatlı konaklama seçenekleri bulabilirsiniz. Yine Cannes’ın en lüks otellerinden biri olan Radisson Blu 1835 & Thalasso’da bu bölgede yer alıyor.
La Californie
Eskiden Avrupa kraliyet ailelerinin gözdesi olan La Californie’de şimdilerde lüks villalar bulunuyor. Akdeniz sakinliği içerisinde, yemyeşil bir doğanın kucağında lüks bir konaklama hizmeti arıyorsanız, burayı tercih edebilirsiniz. Oldukça seçkin bir bölge.
Petit Juas
Kalabalıktan uzak ama şehre de yakın olmak isteyenler için, sessiz, sakin, keyifli bir bölge. Buraya da villalar hakim. Aynı zamanda daha düşük bütçe ile konaklayabileceğiniz 2 ve 3 yıldızlı oteller de mevcut.