İçindekiler
Rengârenk evleri, dar sokakları,kiliseleri ve sinagogları bir çok farklı etnik gruba ev sahipliği yapmış Fener – Balat ile tarih kokan bir yolculuğa hazır mısınız?Baştan uyarayım, haftasonu ciddi anlamda kalabalık oluyor bu bölge. Fotoğraf çekmeye çalışan insan kalabalığından gezmenin tadına varamayabilirsiniz. Bu yüzden eğer fırsatınız varsa, Balat’ı haftaiçi günlerde ziyaret etmek çok daha mantıklı ve keyifli bir tercih olacaktır. Yalnızca haftasonu vakti olanlardansanız eğer, sabah erken saatlerde gidip stres olmadan, yavaş yavaş, bekleye bekleye gezebilirsiniz.
Balata Ulaşım
Öncelikle Balat’a nasıl ulaşacağımıza bir bakalım;
Anadolu Yakası’ndan gelenler için vapurla Eminönü’ne keyifli bir yolculuktan sonra kısa bir otobüs yolculuğu ile Balat’a rahatlıkla varabilirsiniz. 55T, 99A, 399B gibi birden fazla otobüs hattı sık sık bu bölgeden geçiyor. Trafiğin durumuna göre 5-10 dk süren bir otobüs yolculuğundan sonra Balat’a ulaşmış olacaksınız.
Metrobüs kullanacak olanlar için Edirnekapı durağında indikten sonra yürüme hızınıza bağlı olarak 30-40 dk’lık bir yürüyüşten sonra Balat’a inmiş olursunuz.
Eğer metro kullanmak isterseniz de Haliç durağında inmeniz yeterli.Eyüp yönüne giden otobüslerden birine binebilir ya da 15 dakika kadar yürüyerek de varabilirsiniz.
Balat’ın en keyifli yanlarından biri üç büyük dine inanan insanların rahatlıkla bir arada yaşıyor olması. Eski rum evleri, dar sokakları ve tadına doyulmaz yokuşları ile Balat sizi kucaklamaya hazır bekliyor. Birkaç yıl önceye kadar bu kadar popüler bir bölge değildi aslında Balat. Elbette fotoğraf çekmek ya da tarihi turlar yapmak için gidenler oluyordu ama son yıllarda sahneye hızlı bir giriş yaptı demek çok da yanlış olmaz. Açılan kafeler ve atölyelerden sonra ciddi anlamda popüler bir hale geldi. Üzerinde ardı ardına kurulan dizi ve film setleri de, popülaritesini arttırdı.
Fener – Balat Gezilecek Yerler
Cibali
Balat turuna Eminönü tarafından başlamak en doğrusu. İlk durağımız Cibali; burası Osmanlı’dan kalma surların içinde yer alan eski bir Müslüman mahallesi. Osmanlı döneminden kalma cami ve hamamları görebileceğiniz eski bir mahalle. Eski isminin Cebeali olduğu ve zamanla Cibali’ye dönüştüğü söyleniyor. Bu ismin nereden geldiğine dair rivayetler de var tabi.
Bu rivayetler arasında en bilinenini anlatayım size; Cebe Ali aslen Mısırlı’dır ve Osmanlı ordusunda subaşı ( askerbaşı ) olarak görev yapar. Genellikle savaş zamanında giyilen bir zırh bir cepken giyermiş daima. Bu cepkenin adı de cebe, yani bizim Ali’nin lâkabı giydiği kıyafetten geliyor. Hikâyeye göre, İstanbul fethedilirken Cebe Ali ve adamları, Haliç’i karadan yürütülen gemilerle değil bu üzerlerine giydikleri cepkenlerin üzerinde geçmişler. Bizans askerleri de bunu gördüklerinde, korkularından kaçmışlar. İşte bu olaydan sonra, İstanbul’un şehir surlarının bu bölümüne düşen yere Cebeali demişler. Cebeali gel zaman git zaman Cibali’ye dönüşmüş.
Kadir Has Üniversitesi
Haliç sahildeki Kadir Has Üniversitesi’ni görmeyen yoktur sanırım. Peki buranın aslında bir tütün fabrikası olduğunu biliyor muydunuz?
Evet, bugün üniversite olarak faaliyet gösteren bu yapı esasında Reji Şirketi binası olarak inşa edilmiş. Bu şirket de 2. Abdülhamit Dönemi’nde 1884’te Düyunu Umumiye’ye bağlıymış ve tütün tekelini elinde bulunduruyormuş. Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924’te tüm imtiyazlar kaldırılmış ve nihayetinde bina, Cumhuriyet Hükümeti’ne devredilmiş. Osmanlı’dan bu yana endüstriyel tarihimize baktığımızda, bu bina en önemli yapılardan biri.
Binanın tasarımını o dönemin en ünlü mimarlarından biri olan Alexandre Vallaury yapmış. Cam, tuğla, demir, döküm gibi malzemeler kullanılmış ve Batı tarzında inşa edilmiş. Ülkemizdeki ilk örneklerden biri olmasıyla da yeri ayrı. Fabrikanın en randımanlı zamanlarında 662 erkek, 1500 de kadın çalışanı varmış. Bir imalathane olmasının yanı sıra burayı ek binalarıyla kreş,spor salonu, bakkal, itfaiye, hastane gibi alanlar yaratarak bir yaşam alanına dönüştürmüşler. Bugün bile bu kadar kapsamlı ve hayat konforuna önem veren bir üretim tesisine rastlamak bu kadar zorken, o dönemde bunun düşünülmüş olması çok güzel değil mi? Düşünsenize, orada çalışan bir kadın işçisiniz ve çocuğunuzu fabrikanın kreşine bırakarak işinizi yapabiliyorsunuz. Gerçekten çok büyük bir lüks.
İlk yerli sigara Samsun 1956 yılında bu fabrikada üretilmiş. Samsun’dan 10 yıl önce ise ilk yerli puroyu yapmışlar. Bu fabrika edebiyat tarihimize baktığımızda da çeşitli öykülerde, şiirlerde ve romanlarda yerini bulmuş. 1995 yılında kapatıldıktan 2 sene sonra 29 yıllığına Kadir Has Üniversitesi’ne devredilmiş. Üniversitenin eğitime başlama yılı ise 2002. Şimdilik, 2026 yılına kadar Kadir Has Üniversitesi’ne ait, ondan sonra ne olur hep birlikte göreceğiz.
Bu binanın restorasyon hikayesine baktığımızda ise, altında 16. YY’dan kalma bir Osmanlı hamamı ve 13. YY’dan kalma bir Bizans sarnıcı bulunduğunu görüyoruz. Tabi her ikisini de hemen koruma altına almışlar ve cam bir platformla kaplamışlar Binayı ziyaret ettiğinizde bu kalıntıları da göreceksiniz. Burada zaman zaman bazı sergiler de oluyor. Girişteki güvenliğe kimliğinizi bırakarak hem binayı hem de sergileri gezebilirsiniz.
Küçük Mustafa Paşa Hamamı
Küçük Mustafa Paşa semtinde bulunan bu hamamın özelliği İstanbul’daki en büyük Türk hamamı olması. Fener-Cibali arasında bulunuyor. 1483 yılında Küçük Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Küçük Mustafa Paşa’nın Cem Sultan olaylarında Cem Sultan’dan taraf olduğu için idam edildiğini de söylemeden geçmeyeyim.
Gül Cami ( Aya Theodosia Kilisesi )
Gül Cami’de öncesinde kilise olan ama camiye çevrilen yapılardan biri. İkona kırıcılık denilen 726-842 yılları arasında yaşanmış dönemde, Teodosia isimli bir kadın çeşitli işkencelere maruz bırakılarak idam edilmiş. İdam edilmesinin sebebiyse, ikonaların kırılmasına tepki gösterenlerin başında olmasıymış. Bizanslılar da dini uğruna öldürülen Teodosia’yı yad etmek için onu azize ilan edip 9. YY’da bu kiliseyi yaptırmışlar. Bu üzücü tarihsel detaydan sonra daha tatlı bir detayı paylaşmak istiyorum sizinle. İstanbul’un fethi esnasında Osmanlı askerleri kiliseye giriş yapıyorlar. Bu gün yortu gününe denk geldiği için her yeri kaplayan güllerden o kadar etkileniyorlar ki, oradan kiliseye ve ibadet eden cemaate dokunmadan ayrılmışlar. Kilise daha sonraki zamanlarda camiye çevrilmiş ve bu rivayete göre, adı Gül Cami konulmuş. Ne tatlı bir rivayet değil mi?
Ayakapı Hamamı ( Havuzlu Hamam )
Mimar Sinan’a ait kıymetli eserlerden biri Ayakapı ama en üzücü yanı günümüzde depo olarak kullanılıyor olması. Böyle yapıların faaliyetini bitirip olmayacak işlerde kullanılması beni gerçekten çok üzüyor. Nurbanu Sultan ( 3. Murat’ın validesi ) bu hamamı 1582 yılında yaptırmış. Şimdilerdeyse neredeyse harabeye dönmüş. Faaliyette olduğu dönemlerde bu hamam da diğer hamamlar gibi farklı dine mensup insanların kullanımına açıkmış. Tek koşul, ayrı renk peştemal giyip ayrı kurnalarda yıkanmakmış. Bu ayrım insanı üzse de en azından aynı tesisten yararlanabiliyor olmaları güzel. Mimar Sinan hamama Yahudilere özel bir havuz yaptırmış. Bu aslında Yahudilerin abdestlerini aldıkları çıfıt batağı. Adının havuzlu hamam olması da buradan geliyormuş.
Cibali kısmını bitirdiğimize göre artık Fener tarafına geçebiliriz.
Özel Maraşlı Rum İlköğretim Okulu
Cibali’yi bitirip Fener kısmına adım attığımızda bizi karşılayan ilk yapı Maraşlı İlköğretim Okulu. Ondan sonra da Fener Rum Patrikhanesi geliyor ama onu birazdan anlatacağım. Bu okulun eğitime başlama yılı 1901 ama şu an ne yazık ki faal değil, öğrenci azlığından dolayı kapalı. Binanın eski Yunan tapınaklarını andıran sütunları çok dikkat çekici. Grigios Maraslis ( Odessa Belediye Başkanı ) kendi adını taşıyan bir okul yaptırmak istemiş ve bu binayı yaptırmış. Okulun hemen karşısında göreceğiniz Rum evleri, 19 YY başlarında zengin bir Rum tüccarının 4 kızı için yaptırdığı evler.
Fener Rum Patrikhanesi
Maraşlı okuluna komşu köşe duvardan başlayan ve geniş araziye yayılan bina Fener Rum Patrikhanesi’ne ait. Ortodoks camiası için oldukça önemli bir yer burası. Fener Rum Patrikhanesi yani Konstantinopolis Ekümenik Patrikhanesi tüm Ortodoks ailemi için bir dini merkez, buradaki Patrik de tüm Ortodoks aleminin dini lideri. Tıpkı Katolik camiasının Vatikan’ı gibi. Buranın Türkiye’de bulunan en önemli kilise olduğunu söylebiliriz. Burası normal şartlarda bir kilise iken Patrik 2. Mattihaios ( görev zamanı 1595-1602 ) zamanında patrikhaneye dönüşmüş. Şu anda patrikhane olan yapının yerinde bir kadınlar manastırı varmış ama 1836 yılında bugünkü haline gelmiş. 1941’de çıkan yangından sonra tekrar yenilenmiş.
Patrikhane’nin girişte 3 ahşap ana kapısı var ve bu kapılardan biri (ortadaki) 1821 yılında kilitlendikten sonra o gün bugündür hiç açılmamış. Bu kapı Patrik Grigoryos’un iple asıldığı kapı, sebebi ise 10 Nisan 1821’de Paskalya Yortu gününde, o dönem çıkan Yunan ayaklanmasını desteklemiş olması. İdam edilen patriğin naaşını 3 gün boyunca o ipte sallandırdıktan sonra ayağına bir ip bağlayarak Haliç’in sularına bırakmışlar. Haliç’e atana kadar da bu iple sürüklemişler.
Kilisenin hemen girişinde, patrikaneyi simgeleyen bir Patrik tacı bulunuyor. Kapıdan içeri girdiğiniz zaman dilek dilemeniz için mum yakılan bölümü göreceksiniz. Eğer isterseniz bir mum alıp kiliseye bağış yaparak, dileğinizi dileyebilirsiniz. Kilisede ceviz ağacından özel olarak yapılmış bir Patrik tahtı bulunuyor. Bu taht 5. YY’a tarihlenmiş, sedef ve fildişi motiflerle süslenmiş. , altın kaplama bir panel ve bir diğer parçası Vatikan’da bulunan siyah granit bir de sütun göreceksiniz. Bu sütun Kudüs’ten getirilmiş, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmeden önce bağlandığı ve kamçılandığı sütun. Ayrıca Hz Meryem ve çocuk ikonalarını, 3 Azize’nin lahitlerini de görebilirsiniz.
Feneru Rum Patrikhanesi’ni arkanızda bırakıp girdiğiniz cadde Yıldırım Caddesi. Burada hem kahvaltı hem de kahve için karşılıklı dizilmiş kafeler bulacaksınız. Fotoğraflarda gördüğünüz renkli kapıların olduğu Camcı Çeşmesi Yokuşu’da bu caddeyi kesen sokaklardan birinde. Fotoğraf çekenlerden fırsat bulabilirseniz eğer görsel olarak çok keyifli bir yer. Çok da güzel fotoğraflar çıkıyor ama dediğim gibi, rahat etmek için hafta içi günlerini tercih edin mutlaka. Bu bölgede fotoğraf için en çok tercih edilen yerlerden biri de Kırmızı Mektep’e çıkan merdivenler. Buradaki İncir Ağacı Kahvesi ve renkli merdivenlerde bol bol popüler Balat selfie’si çekebilirsiniz.
Kırmızı Mektep ( Fener Rum Erkek Lisesi )
Kırmızı Mektep’e çıkan merdivenler demişken hemen buradan da bahsedeyim. Bu bina ciddi anlamda büyüleyici ve masalsı bir yer. Benim gözümde adeta bir şato, bir Hogwarts. Okulun bugünkü görünümüne kavuşması için yapımı 1881 yılında başlamış ve 2 yılda tamamlanmış. 3 katlı, kırmızı tuğlalarla örülmüş inanılmaz güzel bir yapı 600 öğrenci kapasitesi var. Liseyi bu okulda okuyup daha sonra da mimarlık eğitimi için İtalya’ya giden Dimadis, İtalyan saray mimarısı alanında uzmanlaşınca, geri dönüp böyle güzel bir bina haline getirmiş burayı. Bu okulun bir diğer özelliği ise Rumların şehrimizde açtıkları en eski eğitim yuvası olması. Bizans hükümdarlığı döneminde Patrikhane akademisi olarak aktifmiş. İstanbul fethedildikten sonra Patrik 2. Gennadios 2. Mehmet ile görüşerek bu binanın Fener Rum Mektebi Kebir adı altında eğitime devam etmesi için ondan izin almış (1454). Teolojik ağırlıklı eğitim 9. YY’a kadar devam etmiş ve 1861 yılında artık klasik lise eğitimine geçiş yapılmış. Okulun eğitim faaliyetleri devam ediyor ama öğrenci sayısı ne yazık ki kapasitesinin çok çok altında. Kırmızı Mektep’ten aşağı inen sokağa girdiğinizde, Kiremit Caddesi ile kesiştiği noktada restore edilerek rengarenk boyanmış eski Balat evlerini göreceksiniz. Burası da fotoğraf çekmek için oldukça keyifli bir nokta.
Dimitri Kantemir’in Evi ve Parkı
Dimitri Kantemir bir Romen Prensi ve aynı zamanda Osmanlı tarihi ile müzik alanında çok fazla eseri olan bir sanatçı. 15 yaşındayken rehine olarak İstanbul’a getirilmiş ve eğitimini Fener Rum Erkek Lisesi’nde almış. Tam 11 dil öğrenmiş. Dil yeteneğinin yanı sıra da saray musikisine merakı varmış. Batı nota sistemini bilmediği için kendisine ayrı bir nota sistemi icad etmiş. Ne büyük yetenek değil mi? 1714 yılında Berlin Akademisi’ne üye seçilmiş. Kendisi için Fener’de bir saray yaptırmak istemiş ama yaptırdığı sarayda oturamadan Boğdan Beyliği’ne atanmış. Ondan sonra da Osmanlı’ya karşı olan Ruslar’a sığınmış ve Rus Çarı’nın danışmanı olmuş. Romanya devleti bu kadar yetenekli ve başarılı bir adam olan Dimitri’yi milli kahramanı ilan etmiş. Ardında bıraktığı evi de 2007 yılında Dimitri Kantemir Müzesi olarak ziyarete açılmış. Hatta açılış törenine Romanya Cumhurbaşkanı da katılmış. Fatih Belediyesi evin hemen önüne bir park yaptırarak Dimitri Kantemir’in ismini vermiş.
Kanlı Kilise – Moğolların Meryemi Kilisesi ( Panagia Muhliotissa)
Dimitri Kantemir’in evini gördükten sonra merdivenlerden çıkıp ilerlediğinizde Kanlı Kilise’yi göreceksiniz. Bu kilise Bizans’tan bu yana ibadete açık kalan tek kilise. Moğolların Meryemi isminin hikâyesini anlatayım size; Mikail Palaiologos ( dönemin Bizans İmparatoru ) Moğollar’la iyi geçinmek için kızı Despina’yı Hülagü Han ( İlhanlı Hükümdarı ) ile evlendirmek istemiş, sene 1264. Maria bohçasını, çeyizini toplayıp evlenmek üzere yola çıkmış ama o zamanlar bu yolculuk aylarca sürdüğü için Hülagü Han’a kavuşamamış çünkü Hülagü Han o varıncaya dek ölmüş. Hâl böyle olunca da Maria’yı ölen damat adayının abisi Abaka Han’la evlendirmişler. Bizim Maria, 15 yıl boyunca orada yaşamış ve Şaman olan Abaka Han’ı Hristiyan yapmış. Abaka Han’ın Müslüman kardeşi bu durumu öğrenince çok kızmış ve öz kardeşini din değiştirdiği için öldürmüş, Maria’yı da İstanbul’a geri göndermiş. Maria döndükten sonra kilisenin yakınlarında bir kadınlar manastırı kurmuş ve rahibe hayatı yaşamış.
Günün birinde, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra kendi adına bir cami yaptırmış. Caminin mimarı olan Atik Sinan Paşa’yı ( Rum Hristodulos’u ) ödüllendirmek istemiş ve ondan bir dilekte bulunmasını emretmiş. O da; annesi ile birlikte ibadet ettiği Panayia Muhliotissa Kilisesi’nin kilise olarak bırakılmasını dilemiş. istemiş. Fatih Sultan Mehmet sözünü tutmuş ve hemen bu kiliseye asla ve asla dokunulmaması için bir ferman çıkartmış. Hatta bu ferman halâ kilisede duruyor, gittiğinizde görebilirsiniz. Moğolların Meryem’i ismi buradan geliyor. Bir diğer adı olan Kanlı Kilise için de bilinen iki rivayet var. Bunlardan biri, Fatih Sultan Mehmet’in askerlerinin kilisede ibadet eden cemaati kılıçtan geçirmesi ve her yerin kana bulamasına dayanıyor ki insan buna cidden inanmak istemiyor. Bir diğer rivayete göre ise, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethi sırasında Bizans savunmasında görev yapan askerleri öldürdükten sonra kanlarını kilisenin bulunduğu tepeden oluk oluk akıtmış. Bu sebeple de adına kanlı kilise denmiş.
Kilisenin en önemli özelliklerinden biri de dört yapraklı yonca planlı Bizans kiliseleri arasında günümüze kalan tek örnek olması.
Özel Yoakimyon Rum Kız Lisesi
Burası Fener Rum Patriği 2. Yoakim’in ölümünden sonra vasiyeti üzerine yapılmış bir bina. Arsayı da kendisi bağışlamış. Kız çocuklarının eğitimine çok önem veren ve son derece açık fikirli biri olduğunu da söylemeden geçmek olmaz. Kız okulu 1882 yılında eğitime başlamış kısa zamanda eğitim kalitesi ile ün salmış. Okulun eğitiminden yararlanmak isteyenler arasında İstanbul dışından gelenler bile olurmuş o yıllarda. Buradan mezun olan kızlar da genellikle Rum okullarında öğretmenlik yaparlarmış. 1988 yılında artık okulda okuyacak Rum kız öğrenci kalmadığı için okulu kapatmışlar. Okul da bina da halâ kapalı ve atıl durumda. Nadiren bazı etkinlikler için açılıyor ama çok sık olduğu söylenemez. Bu kadar kıymetli ve geçmişinde iyi öğrenciler yetiştirmiş bir okulun kapalı kalması gerçekten çok üzücü.
Balat Kültür Evi
Bu kültür evinin içerisinde bir segi salonu, kafeterya, eğitim alanı, ve profesyonel bir mutfak alanı var. Bu mutfak alanında kadınlar aşçılık eğitimi alabiliyor ve buradan çıkan el emeği ürünler de Balat’taki bazı kafelerde satılıyor. Gittiğinizde güncel satış noktalarını sorabilirsiniz. Balat Kültür Evi’ni TSKF (Türkiye Soroptimist Kulüpleri Federasyonu) kurmuş. İçeriğinden de anlayacağınız gibi kuruluş amacı aslında sosyal sorumluluk programlarını desteklemek.
Metroloji Kilisesi – Aya Yorgi Metakhion Jerusalem
Öncelikle bu kilisenin bir cemaati olmadığı için sadece her yıl 23 Nisan’da ayin yapıldığını ve ziyarete açık olduğunu söyleyeyim, o günün özelliği de kilisenin ad günü olması. Metroloji Kilisesi bir Ortodoks Kilisesi ama diğerlerinde farkı Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olmaması. Küdus Patriği vakti zamanında burayı kendi şubesi olması için yaptırmış. Bahçesinde 5000 yıllık çınar ağaçları bulunuyor ve elbette bunlar anıt çınarlar. Duvarına monte edilmiş çift başlı bir kartal figürü bulunuyor, bu figür patriklik simgesi. Bu kilisenin en ilginç yanlarından biri Arşimed’in ( ünlü fizikçi ve matematikçi ) 10 YY’dan kalan çalışmalarına ait bazı parşomenlerin burada bulunmuş olması. Bu belgeler 1906 yılında Kopenhag Üniversitesi’nden gelen bir profesör tarafından ortaya çıkarılmış ama sonrasında bir şekilde Türkiye’den kaçırılmış. Sıkı durun; New York’ta bir açık arttırmada ( sene 1998 ) 2 milyon dolara satılmış ve bu sayede tekrar ortaya çıkmış. Bu parşomenler Walters Sanat Müzesi’nde ( Baltimore, ABD ) sergileniyor.
Cibalikapı, Fener ve ardından sıra geldi Balat’a;
Balat
Eski bir Rum semti olan Fener’i bitirdiğimizde eski bir Yahudi semti olan Balat’a adım atıyoruz. Balat adının, Rumca palation kelimesinden türediği söyleniyor. Bu kelime Rumca’da saray anlamına geliyormuş. 2. Beyazıt 15 YY’da engizisyondan kaçan Seferad Yahudileri’ni İstanbul’a davet etmiş. Onlar da geldikten sonra bu bölgeye yerleşmişler. Yerleşimin ardından Yahudi cemaatine ait ilk sinagogları burada inşa etmişler. Geçen yıllar içinde Gürcistan’dan gelen Yahudiler de Hasköy’e yerleşmişler. Haliç’in karşı kıyı komşusu, dolayısıyla da Balat’ın karşı kıyı komşusu. Yahudi yerleşiminin en yoğun olduğu dönem 17. YY olarak biliniyor Balat’taki Yahudiler Ayvansaray’da yaşayan Müslüman komşuları ve Fener’de yaşayan Rum komşuları ile yıllar boyunca huzur içinde yaşamış. 1950’lerde yaşanan toplu göç sonrası Balat’ı terk ederek İsrail’e dönmüşler. İsrail’e göç etmeyen Yahudiler ise Şişli, Taksim ve Nişantaşı semtlerine gitmiş.
Fener’den başlayan Yıldırım Caddesi ve Vodina Caddesi Balat’a kadar uzanıyor. Bu caddelerde Balat evlerini görebilir, kafe ve esnaf lokantalarında bir şeyler atıştırabilirsiniz.
Ayrıca Sancaktar Yokuşu ve Merdivenli Yokuş’ta UNESCO’nun restore ettiği rengarenk evlerin önünde fotoğraflar çektirebilirsiniz. Meşhur Agora Meyhanesi de Balat’ta yer alıyor. Ayrıca çeşitli mezatların yapıldığı ufak antikacı dükkanları da var burada.
Merdivenli yokuş; Balat fotoğraflarından en sık göreceğiniz yerlerden biri. Merdivenlerin etrafında sıra sıra dizilmiş rengarenk Balat evleri izlemesi ve fotoğraflaması oldukça keyifli anlar yaratıyor. Sakin bir zamanda giderseniz bu ahşap cumbalı evleri incelemenin keyfini çıkarabilirsiniz.
Tahta Minare Cami
Vodina Caddesi üzerinde Tahta Minare Cami’ni de görebilirsiniz. Bu cami 1458 yılında yani İstanbul’un fethinden 5 yıl sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmış küçük bir cami. Hemen yanında bulunan Tahta Minare Hamamı’nın sahibi, Kantârizâde Sivaslı Halil Ağa, gel zaman git zaman harap olan camiyi, 1865 yılında tamamen bakıma almış ve tamir ettirmiş. Önceden ahşap olan minaresini de kâgir olarak tekrardan yaptırmış. Sivaslı Halil Ağa cami ile birlikte caminin hemen yanında bulunan ve Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı çeşmenin tamiratını yaptırmış.
1200 Derece Cam Atölyesi
Vodina Caddesi üzerinde yer alan 1200 Derece, cama ilgi duyanların çok seveceği bir yer. Atölyelere katılmasanız bile burada bir kahve molası verip camdan yapılmış figürleri izlemenin ve ortamın keyfini çıkarabilirsiniz. Cama olan ilginiz izlemekten öteye geçiyorsa, düzenlenen günlük atölyelere katılıp hem teknikleri hakkında bilgi alabilir hem de camdan bir şeyler üretebilirsiniz.
Monologlar Müzesi
Burası inanılmaz keyifli bir yer. Performans ve tiyatro sanatına ayrılmış bir tiyatro. Adının Monologlar Müzesi olması sizi şaşırtmasın, esasında bir müze değil. Önceleri Yoakimyon Kız Lisesi’nin içerisinde yer alıyordu ama sonra yeni yerlerine taşındılar. Yeni adres; Mürselpaşa Caddesi. İnanılmaz tatlı, üç katlı cumbalı bir Rum evi karşılıyor sizi ve bu evin her katında, her odasında monolog performansları sergileniyor. Bu performanslar genellikle 15 dk sürüyor. Tüm oyunlar gün içerisinde birkaç kez tekrarlanıyor. Girişte aldığınız rehberde hem oyunlar hem de oyuncular ile ilgili bilgiler var. Oda oda gezerek farklı performansları izleme şansınız doğuyor. Performansları sonuna kadar izlemek zorunda değilsiniz ama benim önerim, vaktiniz varsa hoşunuza gitmese bile sanatçıya saygı göstererek bitmesini beklemeniz yönünde. O arada isterseniz yere bağdaş kurabilir ya da sırtınızı uygun bir yere yaslayarak izleyebilirsiniz. En güzel yanı ise, bazı seansları gece mum ışığında yapıyorlar.
Sveti Stefan Bulgar Kilisesi ( Demir Kilise )
Balat’ın Haliç’e olan kıyısında bu kiliseyi mutlaka görmüşsünüzdür çünkü dikkatten kaçmayacak kadar süslü ve güzel. En önemli özelliği ise adından da anlaşılacağı üzere demirden yapılmış olması. Osmanlı Devleti’ndeki Ortodoks Bulgar cemaati o zamanlar Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlıymış ama kendi kiliseleri olmadığı için Rum kiliselerinde ibadet ederlermiş ta ki 19. YY’a kadar. O günlerde Bulgarlar çeşitli milliyetçilik hareketlerinden etkilenmiş ve kendileri için bir kilise talebinde bulunmuşlar. 1948 yılında Ortodoks Bulgar cemaati lideri Stefanaki Bey, devlete kendilerine ait bir kilise yapabilmek için başvurmuş, izin istemiş. Hatta ibadet edebilecekleri bir ev yapabilmek için Fener’deki arsasını bağışlayacağını söylemiş. Hâl böyle olunca izin çıkmış. Kiliseden önce bir ibadethane-ev yapılmış, ondan sonra bir ahşap kilise. Daha sonra da Mimar Housep Aznavur bir proje hazırlamış ve demir döküm kilisenin parçalarını yaptırarak Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden geçirip gemi yoluyla İstanbul’a getirmiş. Peki sizce bu güzergah üzerinde parçaları nerede yaptırmış olabilir? Tamam, çok meraklandırmayacağım; Avusturya’da. Demonte kilise uzun bir yolculuktan sonra Fener’e varmış ve burada monte edilmiş. Artık kendilerine ait bir kiliseleri olan Ortodoks Bulgar’lar Fener Rum Patrikhanesi’nden ayrılmışlar. Bir İkea mobilyasını andıran Demir Kilise’nin hikâyesi de böyle. Unutmadan, neden demonte olduğundan bahsedeyim; Bir rivayete göre, Bulgar vatandaşlar bu izni istediklerinde Sultan Abdülaziz buna pek sıcak bakmaz. Bulgarların Fener Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kiliseleri olmasını istemez. İlişkileri bozmamak adına bu isteklerini doğrudan reddetmez ama kendince yokuşa sürer ve “Kilise inşaatını üç ay içinde bitirmek koşuluyla izin veririm” der. Çok iyi bilir ki o dönemin koşullarında böyle bir inşaatın 3 ayda bitirilmesi mümkün değildir. Bulgarlar da düşünüp taşınır ve kiliseyi Viyana’da yaptırırlar. Sultan Abdülaziz bu duruma çok şaşırır ama söz vermiştir bir kere, kilisenin yapılmasına izin verir. Bu tabi ki rivayet.
Zemininde görülen kayma nedeniyle çelikten yapılmış olması daha mantıklı bir seçenek olabilir.
Demir Kilise, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 7 yıl süren çalışmayla baştan aşağı restore edilerek son halini almış.
Çıfıtçılar Çarşısı
Çıfıt’ın ne anlama geldiğiniz duymuş muydunuz? Günümüzde karışık, dağınık gibi anlamlara geliyor. Derler ya; ‘’Burayı da iyice çıfıtçılar çarşısına çevirmişsin.’’ diye. Esasında Çıfıt Osmanlı’da Yahudi anlamında kullanılıyormuş. Halk arasında yani. Şimdilerde ise bu çarşı eskiciler, antikacılar, ufak tefek kafeler ve aynacılardan oluşuyor. Minik bir aktar ve eczane de bulunuyor. Ayrıca pazar da bu çarşının içinden geçiyor. Çıfıtçılar Çarşısı’nın Balat’tan girişinde Balat Turşucusu var, buraya gelmişken oradan turşu almayı da ihmal etmeyin derim. Yanbol Sinagogu ve meşhur Agora Meyhanesi de yine burada bulunuyor. Ayrıca bir işkembeci ve hemen yanında çeşit çeşit gazozların satıldığı küçük bir dükkan da var. Biraz önce Seferad Yahudileri’nden bahsetmiştim, işte Yanbol Sinagogu onların yaptığı ilk sinagog. Maalesef ziyarete açık değil ve çok ciddi güvenlik önlemleri var. Eğer Yahudi cemaatinden değilseniz, ancak özel izinler alarak giriş yapabilirsiniz.
Ahrida Sinagogu
Bu sinagog 1400’lü yıllarda Ohri’den (Makedonya) Balat’a göçen Yahudiler tarafından yaptırılmış. En ilginç kısmı dua okuma bölümü, bu bölüme Teva deniyor ve gemi şeklinde. Bu sinagogda ibadet açıldığı günden bu yana kesintisiz olarak devam ediyor. Ne yazik ki yine Yanbol Kilise’si gibi ziyarete açık değil. Sadece dışarıdan görmekle yetinmek durumundasınız.
Surp Hreşdagabet Ermeni Kilisesi ( Mucizeler Kilisesi )
Bu kilisede yılda bir kez Eylül’ün ikinci cumartesi gününde bir ayin yapılıyor ve bu ayinde hastaların şifa bulduğuna inanılıyor. İşte bu yüzden Mucizeler Kilisesi olarak da biliniyor. Hreşdagabet Ermenice de Baş Melek demek ve bu kilise de baş melekler olan Cebrail ve Mikail!e adanmış. Esasında burası eski bir Rum Ortodoks kilisesi ama bölgede yaşayan Ermeni cemaati kalabalıklaşınca, onlara tahsis etmişler. Eski bir Rum Ortodoks kilisesi olduğu için kilisenin hemen altında bir kutsal su alanı da var, normal şartlarda Ermeni kiliselerinde kutsal su alanları olmazmış. İyi haber, burası ziyarete açık; perşembe ve pazar günleri öğleye kadar.
Ferruh Kethuda Cami
Çıfıtçılar Çarşısı’ndan çıkıp, Balat’ı arkamızda bırakıp Ayvansaray’a doğru yürüdüğümüzde 1563 yılında yapılan Ferruh Kethuda Cami’ni görüyoruz. Bu cami de yine Mimar Sinan’a ait eserlerden biri. Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı Semiz Ali Paşa’nın kâhyası Ferruh Ağa tarafından yaptırılmış ve onun adı verilmiş. Yapıldığında etrafına medrese, tekke ve mahkeme binası ile bir de çeşme yapmışlar ama gel zaman git zaman sadece cami ayakta kalmış. Unutmadan, Osmanlı Devleti’nde tekke olarak kullanılan cami, tekkelerin kapatılmasıyla bir süre kapalı kalmış.
Hz Cabir Cami ( Aya Tekla Kilisesi )
Burası esasında 9. YY’dan kalma bir kilise, Aya Tekla Kilisesi 1490 yılında, 2. Beyazıt döneminde o döneminde sadrazamlarından Koca Mustafa Paşa kiliseyi camiye çevirmiş. Kendisi Atik Mustafa Paşa adıyla da bilinirmiş. Caminin önünde 1692 yılından kalma bir çeşme de bulunuyor. Çeşmenin ismi Şatır Ahmet Ağa Çeşmesi. Eskiden yine caminin önünde bir de vaftiz havuzu varmış ama bu havuz şu an orada değil, Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. Caminin kuzey duvarında bir de güneş saati var.
Cibali’den başladık Ayvansaray’a kadar geldik, aralarda mola vermeden, bir şeyler yemeden olmaz değil mi? Balat bir gurme tur noktası değil elbette ama yine de damak tadınıza hitap edecek bir şeyler bulmak mümkün.
Yeme – İçme
Perisperi
Öncelikle, Maraşlı Okulu’na komşu Perisperi’den bahsedelim. Burası oldukça şık ve keyifli bir mekân. Fiyatları da o ölçüde bölgedeki mekânlara göre biraz daha yüksek. Hem antikacı hem de kafe&restoran gibi düşünebilirsiniz. Oldukça leziz bir mutfakları var. Hem kahvaltı hem de öğle ve akşam yemekleri için tercih edebilirsiniz.
Maraşlı Okulu’nun geçip Patrikhane’ye de selam verdikten sonra, hemen sağ çaprazda köşede bir büfe göreceksiniz. Uzun uzun vakit kaybetmeyelim aperatif bir şeylerle geçiştirelim derseniz eğer, bu salaş büfede çay içip tost yiyebilirsiniz.
Kat Kat Balat
Yok ben uzun uzun keyifli bir kahvaltı yapmak istiyorum diyorsanız eğer, Patrikhane’yi geçip hemen soldaki Kat Kat Balat’a geleceksiniz. Burası yöresel Antakya kahvaltısı sunuyor. Tüm lezzetler küçük tabaklar halinde masaya geliyor ama miktarların azlığı sizi korkutmasın, bittikçe tekrar yeniliyorlar. Hemen girişinde gözleme yapan bir teyzemiz var ve kahvaltınıza sıcak sıcak gözlemeler de eşlik ediyor. Sürk peyniri, halhali zeytin, tuzlu yoğurt gibi yöresel lezzetleri deneyebileceğiniz keyifli bir kahvaltı. Mekânın iç dekorasyonu da oldukça güzel. Sadece, haftasonları yoğunluktan kaynaklık servis bir hayli yavaş, giderken bunu göze almanızı öneririm.
Forno
Balat’ta hem antikaları görebileceğiniz hem de kahvaltı yapabileceğiniz yerlerden biri de Maison Balat. Burası küçük ve dopdolu bir antika dükkanı. Lezzetli tatlıları ve sıcacık kahveleri var Ayrıca pazar günleri kahvaltı servisleri de mevcut ama öncesinde mutlaka rezervasyon yaptırmanız gerek çünkü yerleri oldukça kısıtlı. Fiyatlar da bölgedeki kafelere göre biraz yüksek, benden söylemesi.
Fener Rum Patrikhanesi’ni bitirip Yıldırım Caddesi’ne geçtiğinizde, soldaki ilk sokaktan girerseniz az ileride solda Forno’yu görebilirsiniz. Forno da hem kahvaltısı hem de pizzasıyla oldukça keyifli bir yer. Ayrıca lahmacunları da oldukça başarılı.
Maison Balat
Dolu dolu bir kahvaltı yapalım, börekler çörekler yiyelim derseniz ya da makarna/mantı, salata türü bir şeyler istiyorsanız Vanilla’yı tercih edebilirsiniz. Burası renkli ve keyifli bir mekan.
Ma’ide Kafe
Vintage sevenlerin seveceği yerlerden biri de Ma’ide Kafe. Burada küçük bir kahve molası verebilir ya da kahvaltı & öğle yemeği için tercih edebilirsiniz. Dekorasyonu oldukça keyifli, gözünüze hoş gelecek bir sürü detay var. Klasik kahvaltının yanı sıra hafif ve fit bir şeyler yemek isteyenler için avokadolu tostlar ve müsliler de mevcut.
Naftalin
Kahvemi içerken tatlımı kaşıklarken etrafımda kedi olmazsa huzursuz oluyorum diyenlerdenseniz, Naftalin tam size göre çünkü burada ev sahipleri kediler. Etrafta bolca kedi var ve bazen oturmak için kendilerinden müsaade istemeniz gerekebiliyor minnoşların. Kahvaltı servisleri de var ama çok büyük beklentiniz olmasın çünkü çeşitleri biraz az, biraz da mütevazi diyelim.
Pop’s
Pop’s Balat buranın en keyifli mekânlarından biri. Doyurucu bir kahvaltı menüleri var, ayrıca öğle yemeği için gidecekseniz şahane ev yapımı hamburgerler yapıyorlar. Fit bir şeyler isteyenler için avokadolu yumurtaları, tostları ve granola kâseler mevcut. Yüksek tavanlı, aydınlık ve keyifli bir mekân.
Son olarak küçük bir tüyo, efsane bir köfte yemek isterseniz Garanti Bankası’ndan sahile inen sokakta hemen köşede Köfteci Arnavut’a gitmeyi bir deneyin derim. Evet çok eski ve salaş bir dükkan ama köfteleri inanılmaz lezzetli.