İçindekiler
Kinik felsefesinin öncüsü Diyoajen. Tabi Kinik felsefenin içinde doğmamış. Felsefenin çıktığı topraklardan uzakta, Anadolu’nun kuzeyinde, Sinop’ta dünyaya gelmiş. Varlıklı, kuyumcu bir babanın oğlu. Babası aynı zamanda Sinop’taki devlet bankasından da sorumlu olan bir bankacıymış. Ancak sahte para basıp kalpazanlığa soyununca baba oğul Anadolu topraklarından sürgün edilmişler.
Önce Delphoi, sonra Atina. Zenginken birden çok fakir olmuşlar. Diyojen’e göre “Fakirlik insanı felsefeye iter. Hiçbir şey sahibi olmayan insan nefsini köreltmeyi öğrenir.” Zenginler ne zaman isterlerse fakirler ne zaman yiyebilirlerse yerler. İnsanlar yemek için yaşıyorlar, ben ise yaşamak için yiyorum.’’
Özel hayatında fakirlikten başka bir şey olmayan Diyojen, herkes tarafından itilmiş, hakarete uğramış, sefaletin her çeşidini yaşamış. Servet ve varlık düşmanıymış ve bunların erdeme ters düştüğünü iddia edermiş.
Bütün gariplik ve anormal hal ve tavırlarına rağmen saygı görmüş, ölümünden sonra Onun adına Korintos’lular bir köpeğin yaslandığı mermer bir sütun dikmişler.
Diyojen’e göre dünyadaki problemlerin en önemli kaynağı “medeniyet” yani uygarlık. Uygarlık insan hayatını karmaşık hale getiriyor ve arzu edilebilecek daha fazla gereksiz şey sahip olmasını sağlıyordu. Hırsına ve açgözlülüğüne yenik düşüp gereksiz şeyleri elde etmek için birbirleriyle kavga etmeye başlayan insan hem kendisini mutsuz ediyor, hem de çevresine zarar veriyordu.
Ona göre, insanlar doğaya dönüp, uygarlıktan tamamen uzak, basit ve aynen hayvanlar gibi yaşamalı. Oysa insan hayatı bu basitliği yok eden unsurlar tarafından esir alınmış. Kinizmin asıl amacı insanın kendi kendisine ve isteklerine hakim olabilmesi, yetebilmesi ve doğaya uyum sağlayabilmesi.
Antisthenes’in bu düşüncelerini benimseyip en uç noktaya taşıyan Diyojen bir fıçıda yaşamaya başlamış. Üstündeki tüm giysileri çıkarıp bir pelerin giymiş, medeniyetin sunduğu tüm olanakları, eşyaları, giysileri, süsleri, yiyecekleri reddetmiş.
Asla uyumlu değilmiş, ılımlı davranmaz, kimsenin gönlünü hoş tutmak için uğraşmazmış. Çünkü bunların hepsinde bir sahtelik, bazen riyakârlık ve çoğunlukla da yalan olduğuna inanırmış.
‘‘Hayattaki en güzel şey nedir?’’ diye sormuşlar. Diyojen: ‘‘Basit konuşmak.’’ demiş.
İnsanlar tutkularının kölesidir ona göre .”Tutku sahibi olmanın, istek sahibi olmanın kölelik olduğunu söylermiş. Yanlış da değil bence. Hepimiz bir şeylerin kölesi olarak yaşıyoruz. Daha iyi araba, daha iyi telefon.
Diyojen Atina’ya gelip uzunca bir süre sefalet çektikten sonra bir fareyi seyrederek aydınlanmış. Antisthenes’in öğrencisi olmuş, ondan Kinik felsefeyi öğrenmiş. Hatta sonrasında “Bu adam beni zengin bir adamdan bir dilenciye dönüştürdü. Kocaman bir ev yerine bir fıçının içinde yaşamaya ikna etti” demiş.
Belki de daha önce Sinoplu Diyojen ile ilgili yapılmış çizimleri gördünüz. Bundan dolayı bir fıçının içinde resmedilir. Çünkü o fıçı Diyojen’in evi olmuş.
“Malın kadar bedenine de sahip çık.
İnsanları bedenine değil, ruhuna âşık etmelisin.’’
Diyojen insanı maddiyattan olabildiğince uzaklaşmaya çağırmış. Bir gün üzerindeki paltoyla hava atan genç bir oğlana “Bir koyunun güzelliğinden dolayı kendini övüp durma” der. O gün koyun postu bugün Louis Vuitton. Zaten aslında bize güven verdiğini sandığımız bütün bu dış etkenler bizi aynı zamanda daha da büyük bir çukura çekmiyor mu?
Diyojen için Sokrates’in delirmişi denirmiş. Hatta bunu Platon demiş. Sokrates’ten birkaç nesil sonra yaşamış, ama aslında büyük ölçüde onun hayat görüşünü benimsemiş.
Sen beni aşağılayabilirsin ama ben aşağılanmam
18 yaşında olan İskender şehirde dolaşırken yerde güneşlenen ve onu hiç umursamayan yaşlı adamı görmüş.
İskender:”Benim kim olduğumu biliyor musun? Ben İskenderim!” demiş.
Diyojen: “Ben de Diyojenim”
İskender: “Ben Makedonya Prensiyim. Nasıl olur da bana selam vermezsin?”
Diyojen: “Niye selam vereyim ki? Sen benim esirimin esirisin.”
İskender: “Ne demek istiyorsun?”
Diyojen: “Bak ben nefsimi kendime esir ettim. Onun istediği hiçbir şeyi yapmıyorum. Hiçbir dünya nimetinde gözüm yok. Oysa sen nefsine esir olmuşsun ve gözün altınlarda, güçte, toprakta ve parada.”
İskender: “Böyle konuşuyorsun ama benden hiç korkmuyor musun?”
Diyojen: “Sen nesin? İyi misin, kötü müsün?
İskender: “İyiyim tabi ki”
Diyojen: “Neden iyi bir şeyden korkayım ki?”
İskender, Diyojen’in adını daha önce de duymuştu ama bu kadarını beklemiyordu
İskender: “Peki, seni sevdim. Dile benden ne dilersen”
Diyojen: “Güneşimi kapatıyorsun. Gölge yapma, başka bir şey istemem”
Dünyanın en güçlü adamının oğlu, İskender yanındakilere döndü ve “Eğer İskender olmasaydım, Diyojen olmak isterdim” demiş.
Kendisini iyi döşenmiş bir eve götüren bir adam ‘bir daha yerIere tükürmemesini’ tembihIemeye kalkınca diyojen derhal adamın yüzüne tükürmüş ve ‘buradan daha kirIi bir yer bulamadım’ demiş.
Güpegündüz elinde lamba ile dolaşırken kendisine ne yaptığını soranlara cevabı: “adam arıyorum, adam ” olmuş.
Bir gün çok dar bir sokakta zenginIiğinden başka hiçbir şeyi oImayan kibirIi bir adamIa karşılaşmış. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değilmiş. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serseriye yol vermem, demiş. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşıIığı vermiş: Ben veririm!
‘‘Felsefe insanı tek bir kuruş sahibi olmadan zengin yapar.’’
Büyük İskender kendine köpek diyen Diyojen’e bir kabı kemiklerle doldurarak hediye olarak göndermiş. Oysa Diyojen daha önce de söylediğimiz gibi başkasının kendisini aşağılayabileceğini, ancak kendisinin aşağılanmayacağını söylemiş. İşte bu hediyeye de, “Bu Diyojen’e yakışır bir hediye, ama bir krala yakışmıyor” diye cevap verir.
“Bilgi yoksa özgürlük de yoktur.”
Bir keresinde özgürlüğü verilen bir köleyi gördüğünde “Sanki bugünden itibaren bu adam bir öğretmen, bir matematikçi ya da müzisyen olacakmış gibi sevinmek de neden? Bütün bunlar hakkında hiçbir eğitimi yok. Tek başına birini özgür bırakmak onu bir dalın uzmanı yapmıyorsa, özgür de bırakmıyor demektir” der.
‘‘Çocukların eğitimi kilden eşya yapmaya benzer. Aile çocuğuna istediği şekli verebilir ama yaptığı şey bir kez fırınlandı mı artık değiştirilemez.’’
Diyojen nasıl müziği bilenlere müzisyen, dilbilgisini bilenlere dilbilimci deniyorsa sadece insanları anlayanlara da insan denmesini uygun görmüş. Ona göre doğru bir insan bulmak başlı başına bir iş, bu hayatta bir görevdir. Pek çok adamın güreşte ya da koşuda üstünlük peşinde olduğunu ama kimsenin insanlıkta üstünlüğü umursamadığını söylermiş.
“Aşk mutsuzluk peşinden koşmaktır.”
Kendini açıkça toplum içerisinde tatmin eden ve bunu da sadece yemek içmek gibi bedeninin gerekliliklerinden birini yerine getirmek için yapan Diyojen’in cinsel temasa yaklaşımı da son derece kaba, fakat nettir. Genç bir adama, “Bir geneleve git” demiş. “Ve böylelikle en değersiz şeyin en değerli şeyle nasıl da aynı olduğunu gör.”
“Hayattaki kötü şeylerden biri nedir?”
Diyojen: “Güzel bir kadın
Arkadaşlar senin gelişmeni sağlar, düşmanlar da hatalarını fark etmeni.’’
Türkiye’de de Diyojen’in anısını yaşatmak için 2006 yılında Sinop‘un girişine elinde fener ve yanında köpeğiyle birlikte tasvir edilen yaklaşık altı metrelik mermer heykeli dikilmiştir.
Aslı Perker’in kitabı “Sen Beni Aşağılayabilirsin Ama Ben Aşağılanmam” Diyojeni çok güzel anlatmış tavsiye ederim.