İçindekiler
Marsilya’nın da tıpkı Nice gibi Anadolu ile bir kader bağı var. Akdeniz ve Fransa’nın en büyük liman kenti olan bu şehir, M.Ö. 6. YY’da Foçalı denizciler tarafından kurulmuş. O dönemde Massalia olarak adlandırmışlar. Marsilya aynı zamanda Avrupa’nın da en büyük dördüncü liman kenti. Fransa içindeki yerine bakacak olursak da, ülkenin en büyük ikinci şehri olduğunu görüyoruz.
Bu kent ile ilgili beni etkileyen ayrıntılardan birini de söylemek isterim hemen. Monte Kristo Kontu’nu bilirsiniz değil mi? Benim en sevdiğim kitaplardan ve elbette filmlerdendir kendisi. Alexandre Dumas’a bu kitabı yazarken ilham veren kaleyi görmek isterseniz Marsilya’dan denizin açıklarına doğru bakmanız yeterli. Denizin ortasında bir kayalık ve o kayalığın üzerinde bir kale görürsünüz. İşte o kale yani Chateau d’lf, Dumas’ın bir süre tutsak olarak yaşadığı kale.
Marsilya Nerede?
Güney Fransa’nın en güzel şehirlerinden biri olan Marsilya Provence-Alpes-Côte d’Azur bölgesinde bulunuyor. Fransa’nın en büyük ikinci şehri olduğunu söylemiştim ama nedense Lyon ile aralarında, uzun senelerdir bir çekişme varmış. Fransa’nın en büyük ikinci şehrinin, hangisi olduğuna dair.
Marsilya ile ilgili en çok ilgimi çeken şeylerden biri de yolsuzluk ve suç ile adının ön plana çıkmış olmasıydı. Buna rağmen, 2013 yılında Avrupa Kültür Şehri ünvanını almayı da başarmış bir kentle karşı karşıyayız. Yine de Marsilya’nın birçok mahallesi halâ karmaşık, dağınık ve gizemini koruyor. Bu konunun detaylarına biraz sonra gireceğim.
Marsilya aynı zamanda konumu sebebiyle seyahatlerin başlangıç ya da bitiş noktası olmak için ideal noktalardan biri. Buradan Nice ve Cannes üzerinden geçen bir rota oluşturarak, İtalya’nın küçük ve sevimli kasabalarına doğru yola çıkabilirsiniz. Ben rotamı İspanya’ya çevirmek istiyorum diyorsanız yine ideal noktada bulunuyorsunuz. Marsilya’dan Perpignan ve Montpellier üzerinden Barcelona’nın yolunu tutabilirsiniz.
Marsilya Tarihi
Bugüne gelmeden biraz şehrin geçmişinden bahsetmek istiyorum aslında. Neredeyse 30 bin yıllık bir tarihi var bu şehrin. MÖ. 6. YY.’da 12 İon şehrinden biri olarak kurulmuş, Phokaialı yani Foçalı denizciler tarafından. Zamanla eski liman adını alan Vieux Port bölgesinde kurulmuş ilk ve zamanla genişleyerek bugünkü sınırlarına ulaşmış. Cosquer Mağarası’nın duvarındaki yazılar, geçtiğimiz 28 bin yol boyunca burada insan yerleşiminin olduğunu kanıtlıyor. Marsilya aynı zamanda Avrupa’nın en eski şehri olma ünvanına da sahip. Şehrin sokaklarını gezdiğinizde, bu ünvanı hak ettiğini kolayca fark edeceksiniz. Yüzyıllar öncesinden bugüne yıkılmadan gelmeyi başaran, yüksek tavanlı, uzun pencereli binaları mimari tarihi açısından da oldukça kıymetli miraslar.
Atelier du Patrimoine ( Marsilya Kültür Varlıkları Atölyesi ) de şehrin bu yapısının korunması için oldukça zaman ve emek harcamış. Marsilya, M.Ö. 49 yılında Sezar tarafından istila edilmiş ve bu olay sonrasında Romalılar’ın ticaret merkezi haline gelmiş. Jeopolitik konumuyla bugün dahi denizciler için oldukça önemli bir yeri var. Haçlı Seferleri zamanında bu seferlerde aktif olarak önemli bir rolü de varmış ancak elbette günümüze baktığımızda, bölgede birçok din ve inanca sahip insanın yaşadığını görüyoruz. Şehir, 13. yüzyıl da kısa süreli bir cumhuriyet dönemi yaşamış ancak 1423’e gelindiği vakit, Aragone Hanedanlığı bu döneme son vermiş. 1481 yılında ise Fransız Krallığı’na dahil olmuş. Marsilya tarihindeki en üzücü olaylardan biri, 1720 yılında yaşanan büyük veba salgını. Bu salgında nüfusun neredeyse yarısı ( 45.000 kişi ) hayatını kaybetmiş.
Marsilya’ya Ne Zaman Gidilir?
Marsilya, Akdeniz ikliminin etkisi altındaki şehirlerden biri. Dolayısıyla yazları sıcak, kış aylarında ise ılıman bir iklime sahip ama elbette hava sıcaklığının düştüğü zamanlar da olabiliyor. Dört mevsim keyifle ziyaret edilebilecek şehirler arasında yer alıyor. Yaz aylarında gündüz hava sıcaklığı 27 – 30 derece arasında, geceleri de 19 derecelerde. Yaz aylarında ciddi anlamda sıcak olduğu için, sıcak havalardan hoşlanmayanlar grubundaysanız bu şehri ziyaret için ilkbahar ya da sonbahar aylarını tercih edebilirsiniz. Marsilya’yı doya doya gezebilmek için, buraya en az 3 günü ayırmanızı öneririm. Eğer bir kış seyahati planlıyorsanız, Aralık, Ocak ve Şubat aylarında hava sıcaklığı 5 derece ile 15 derece arasında seyrediyor.
Marsilya’ya Nasıl Gidilir?
Marsilya’ya gitmek için ilk seçeneğimiz elbette hava yolu. Marsilya’ya oldukça sık sefer düzenleniyor.
Marsilya’da Şehir İçi Ulaşım Nasıl Sağlanır?
Burası bir liman kenti olduğu için, şehrin hemen hemen tamamını yürüyerek keşfetme imkânınız var. Bu da benim için bir tatili en keyifli kılan ayrıntılardan. Yaz aylarında, hava sıcaklığı yüksek olduğunda yürümek biraz zor olsa da alternatif ulaşım araçlarınız olacak elbette. Marsilya’da 2 metro hattı (M1 ve M2), 3 tramvay hattı (T1, T2, T3) bulunuyor. Ayrıca kentin her noktasına rahatlıkla ulaşabileceğiniz otobüs hatları da mevcut.
Marsilya’da ulaşım ağı RTM ( La Regie des Transports de Marseille ) olarak adlandırılıyor. Avrupa’nın birçok kentinde gördüğümüz gibi burada da aynı bilet ile otobüs, metro ve tramvaya binebiliyorsunuz. Tek geçişlik biletlerin yanı sıra birden fazla geçiş hakkınızın olduğu biletler de bulunuyor. La Regie des Transports de Marseille’ nin tariflerine şu sayfadan ulaşabilirsiniz; https://www.rtm.fr/tarifs
Citypass Marseille – Marsilya City Pass
Avrupa şehirlerindeki bu ulaşım + kültürel etkinlik kartlarını çok seviyorum. Marsilya City Pass’de buranın lokal kartı. Marsilya City Pass ile tek başınıza, aileniz veya arkadaşlarınızla şehri kendi hızınızda keşfetmenin en avantajlı aracı aslında. 24 saat, 48 saat veya 72 saat’lik paketleri mevcut. Toplu taşıma araçlarına kart süreniz boyunca ücretsiz olarak kullanabiliyorsunuz. The Mucem and the Regards de Provence museum’a giriş yapabiliyorsunuz. Size ufak bir tekne turu yapma imkânı veriyor. If adasına veya Frioul adalarına tekne ile geçiş ya da 1 Colorbus turu (hop on hop off turu) hakkınız oluyor.
If Kalesi’ne giriş hakkı veriyor. Bunun yanı sıra birçok müze, kültürel etkinlik ve alışveriş noktasında da indirimler sunuyor.
24 saatlik Marsilya City Pass – Yetişkinler için 27 euro – Çocuklar için 17 euro
48 saatlik Marsilya City Pass – Yetişkinler için 37 euro – Çocuklar için 22 euro
72 saatlik Marsilya City Pass – Yetişkinler için 43 euro – Çocuklar için 26 euro
Unutmadan, çocuklar için olan biletler, 7-15 yaş arası aile refakatindeki çocukları kapsıyor. 7 yaş altındaki çocuklar için ücret alınmıyor.
Marsilya Metro Hattı
Marsilya’da M1 ve M2 olmak üzere iki metro hattı var demiştim. M1 hattı şehrin kuzey-güney hattında hareket ediyor, M2 hattı ise doğu-batı hattında gidip geliyor. M1 hattı ile ( Mavi hat ) La Rose’den La Fourragere’ye kadar, M2 hattı ile ise ( Kırmızı hat ) Bougainville’den Sainte Marguere Dromel’e kadar gidebiliyorsunuz. Her iki metro hattını kullanarak Gare De Saint Charles’a ( tren istasyonu ) rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Gare De Saint Charles aynı zamanda M1 ve M2 metro hatları için ortak bir nokta, yani aktarma noktası. Marsilya metrosu genellikle sabah erken saatlerden gece yarısına kadar çalışıyor ama gittiğiniz dönemde güncel çalışma saatlerini öğrenmeyi unutmayın derim.
Marsilya Tramvay Hattı
Marsilya’da T1 (Noailles-Les Caillols), T2 (Arenc Le Silo-La Blancarde) ve T3 (Arenc Le Silo-Castellane) olmak üzere üç ayrı tramvay hattı var ve tramvay şehirde en sık kullanılan ulaşım araçlarından biri. Marsilya tramvayı da tıpkı metro hattı gibi, genellikle sabah erken saatlerden ( 05.30) gece yarısına ( 00.30 ) kadar çalışıyor.
Marsilya’da Nerede Kalınır?
Marsilya’nın bazı mahallelerinin kaotik durumundan bahsetmiştim biraz. Bu sebeple, Marsilya’da kalacağınız yeri seçmek de biraz daha önemli hale geliyor. Vieux Port yani Eski Liman bölgesi, bu şehirde konaklama açısından en güvenli bölgelerden biri. Noailles ve Belsunce bölgeleri de ( ki bu bölgeler eski liman bölgesini de kapsıyor ) tercih edebilirsiniz. Ayrıca. Thiers bölgesi de güvenle konaklayacağınız bölgelerden biri. Marsilya’da kalacağınız yer bir apart ise, kayıt ve ödeme esnasında kredi kartınızdan bir miktar parayı bloke edebiliyorlar. Bunun amacı apart dairelerde bulunan bazı elektronik eşyaları ( buzdolabı, ocak, fırın, mikrodalga vb ) güvence altına almak. Konaklamanız bittiğinde ayrılırken bu demirbaşlar kontrol ediliyor ve bir hasar vermediyseniz, kartınızdaki bloke kaldırılıyor.
Şehrin bölgesel yapısı hakkında biraz daha bilgi vermek isterim. Marsilya’da tıpkı Paris gibi büyük bir şehir ve yine onun gibi arrondissement olarak adlandırılan bir bölge planlamasına sahip. Kentte 16 ayrı bölge bulunuyor. 1,2,7 numaralı bölgeler gibi denize yakın konumda olanlar daha çok turistik bölgeler. Diğer bölgeler ise daha iç kısımlara doğru olan, yerel halkın yaşadığı bölgeler.
Marsilya Tehlikeli Mi?
Marsilya her ne kadar Güney Fransa’da bir liman kenti olsa da diğer şehirlere göre biraz daha tehlikeli ve biraz da vahşi demek yanlış olmayacaktır. Ancak yine de, dikkatli olduğunuz sürece bu şehri görmenize engel bir durum söz konusu değil. Şehrin bazı mahallelerinde hala yeraltı kültürü hakim. Beraberinde, uyuşturucu ticareti, çetecilik ya da gasp gibi sorunlar da geliyor. Kısacası, Marsilya diğer Avrupa şehirlerinin birçoğu gibi kafanıza göre sokaklarına girebileceğiniz, kaybolacağınız bir şehir değil. Daha planlı ve dikkatli olduğunuz sürece sorunsuz bir tatil geçirebilirsiniz.
Marsilya’da Gezilecek Yerler
Musée des civilisations et de la Méditerranée – The MuCEM
(Avrupa ve Akdeniz Uygarlıkları Müzesi)
Yeni bir ülkeye gittiğinizde oranın müzelerini gezmeyi de sevenlerdenseniz eğer MuCEM tam size göre. Bu müze 21. Yüzyıl’ın Akdeniz medeniyetlerine adanmış ilk müze olma özelliğine sahip. Avrupa Kültür Başkenti Marsilya’nın bir parçası olarak inşa edilen MuCEM, 7 Haziran 2013’te doğmuş. Yılda yaklaşık 2 milyon ziyaretçi ağırlıyor. 40.000 m2 alana yayılmış oldukça büyük bir müze burası. Sergilenen eserler dışında aynı zamanda seminer, konser, multimedya araçları, çeşitli performans gösterileri ve Akdeniz mutfağına dair sunumlarla göz dolduruyor. MuCEM için Marsilya’nın modern yüzü diyebiliriz. Amacı Akdeniz’de bulunan medeniyetlerin nasıl geliştiğini anlatmak temel olarak ve gezerken en çok keyif aldığım müzelerden biri oldu gerçekten de. 3 ayrı bölümden oluşuyor ve her bir bölüm farklı temaya sahip. Müzenin ana bölümünde Baharat Yolu’nun oluşumu, Antik Dönem Tanrılarının Kökeni ve Dünyanın Yedi Harikası gibi bölümleri görebilirsiniz. Burası eskiden J4 iskelesinin bulunduğu yere inşa edilmiş. Müzenin ikinci bölümünde ise muhteşem bahçelerde gezme şansı sunuyor. Burası Fort St. Jean’de bulunuyor ve panoramik sahil bölümüne indiğiniz zaman sizi göz kamaştırıcı bir manzara bekliyor. MuCEM’in üçüncü ve son bölümü ise büyük çoğunlukla gözlem amacıyla oluşturulmuş bir bölüm. Belle de Mai’de bulunuyor.
Müze biletlerini online almak isterseniz şu adresi ziyaret edebilirsiniz; https://billetterie.mucem.org/en-GB/billetteriemucem
Güncel sergiler hakkında bilgi almak için ise şu adresi ziyaret edebilirsiniz;
https://www.mucem.org/en/your-visit
Vieux Port (Old Port of Marseille) – Eski Liman
Marsilya’nın da tıpkı Nice gibi Foçalı denizciler tarafından kurulduğundan bahsetmiştim hatırlarsınız. Vieux Port, Marsilya’nın kalbi. Bu güzel Akdeniz şehrinin doğum anına şahitlik etmiş bir bölge. Yunan kolonicilerin vardığı ilk nokta Eski Liman olmuş. Ayrıca tarih sahnesinde, Fransız Devrimi’nden İkinci Dünya Savaşı’na dek bir çok önemli olaya şahitlik etmiş ve stratejik önemini de korumuş. O dönemde savaşları, entrikaları, toprak kazanma ve toprak koruma hırsını gören bu liman şimdilerde Marsilya’yı ziyaret eden turistlerin en uğrak noktalarından biri.
Gün içerisinde burada bir yürüyüş yapmak, kafe, meyhane ve restoranlarda oturup bir şeyler içmek, güzel Akdeniz yemeklerinin tadına bakmak için ideal bölgelerden biri. Liman, 1840 yılında deniz ticareti ile ilgili faaliyetlerin Joliette’e taşınmasından sonra gezi tekneleri, şahıs tekneleri ve balıkçılar için marina haline gelmiş. Yalnızca yayalara açık olması da burayı gezmesi en keyifli yerlerden biri haline getiriyor. Eski Liman’ın bir tarafında Eski Şehir olarak bilinen Le Panier bulunuyor. Doğu tarafında bulunan Quai des Belges’de her sabah taze balık pazarı da kuruluyor.
La basilique Notre‑Dame de la Garde-Notre-Dame de la Garde Bazilikası
Marsilya’nın amblemi ne diye soracak olursanız, cevabı burada; Notre-Dame. Marsilya’nın en yüksek tepesinden, 162 metre yukarıdan Marsilya halkını, denizcileri ve balıkçıları gözetliyor adeta. Şehrin Koruyucusu ünvanı da buradan geliyor zaten.
Bazilika, iç ve dış mimarisinin güzelliği ile, Marsilya’nın her yerinden görülebilen ve en sık ziyaret edilen anıtı olma özelliğini taşıyor. Bu tepeye tırmanmayı alamazsanız eğer, ufak turistik ring trenlerine de binebilirsiniz. Bu da oldukça keyifli bir yolculuk şekli oluyor gerçekten. Burası bu zamana dek ziyaret ettiğim kiliseler arasında, en güçlü güvenlik önlemine sahip kiliselerden biri. Bayağı sıkı koruyorlar burayı. Ellerinde uzun namlulu silahlarla nöbet tutan askerler ( ben gittiğimde 8 asker nöbet tutuyordu ) insanı ister istemez tedirgin ediyor ancak uzun sürmüyor.
Kendinizi katedralin büyüsüne bırakıveriyorsunuz bir anda. Düşününce, hak vermiyor da değilim çünkü burası Katolikler için oldukça önemli bir merkez ve tepede som altından yapılmış bir Meryem Ana heykeli bulunuyor. Katedralin içinde göreceğiniz yelkenli maketleri de sevdikleri denize açılan insanların, onların sağ salim geri dönmesi için dileklerini teslim ediyor.
Kilisenin bulunduğu La Garde tepesi de tarihi açıdan oldukça önemli bir tepe. Burası tarih boyunda daima bir gözlem tepesi olarak kullanılmış ve 3 önemli rolü olmuş; gözetleme tepesi, askeri bina, ibadet ve hac alanı. 15. YY’da Napoli Kralı II. Charles bir karar vererek burayı da yol istasyonları arasına dahil etmiş ve tepe geçen yıllar içerisinde gelişerek 1978 yılına kadar gözlem tepesi rolünü korumuş. Fransa Kralı I. Francis, Marsilya’yı Bourbon Constable liderliğindeki Charles’ın ordularından korumak için 1524’te bir kale inşa edilmesini emretmiş ve inşa edilen ‘Château d’If’ (Eğer Kale) ile birlikte bir deniz savunması oluşturmuşlar. Günümüzde, asıl bazilikanın temeli olarak kullanılan kalenin kalıntıları hala görülebiliyor. 1214 yılına gelindiğinde Pierre isimli bir rahip, küçük bir şapel ve Meryem Ana’ya adanmış kutsal bir alan inşa etmiş ve buraların ilk dini çağrısını yapmış aslında.
Gerçek bazilika inşa edilene kadar burada bir çok şapel inşa edilmiş. 19. YY’ın ortalarında hac ziyareti için gelenlere alan yetmemeye başlayınca, Monsenyör de Mazenod büyük bir bazilika inşa etmeye karar vermiş; Notre-Dame de la Garde! İlk taş 11 Eylül 1853’te atılmış. Eser mimar Henry Espérandieu’ya emanet edildikten sonra 5 Haziran 1864’te kutsanma töreni yapılmış. Dünya üzerinde, mutlaka görülmesi gereken dini merkezlerden biri burası bence.
Palais du Pharo
Palais du Pharo Marsilya şehrinin imparator III. Napolyon’a sunduğu zarif bir “imparatorluk konutu”du aslında. İsmi “Farot” sözcüğünden geliyormuş ve Farot; kendisini açık denizden ayıran ve üzerinde bir gözcülüğün hakim olduğu, 14. yüzyıla ait haritalarda geçen höyüğün ismiymiş. Bu görkemli ev, 1904 yılında Pharo okulu olarak hizmet vermeye başlamış. Bu okulun Marsilya tıp tarihindeki yeri de oldukça mühim. Okulun tam ismi; Koloni Birlikleri Sağlık Hizmeti Uygulama Okulu imiş, Ordu Sağlık Hizmetinin Tropikal Tıp Enstitüsü’ne dönüşmüş. Okul 2013 yılında kapatıldığı zamana dek deniz aşırı ülkelerde uygulanan tıp tekniklerini öğrenmek amacıyla davet edilen 8000’den fazla doktor, eczacı, sivil veya askeri teknisyeni ağırlamış. En büyük özelliği ise Avrupa’da tropikal tıp alanında uzmanlaşmış olan tek askeri enstitü olmasıymış. Enstitünün bahçesindeki parka ve çevresindeki sokaklara da o dönemlerde sağlık alanında tarihe damgasını vurmuş önemli insanların isimleri verilmiş.
Accoules Kilisesi
‘Notre-Dame des Accoules’a adanmış küçük kilise burası, 11. yüzyıldan beri orada duruyor. Kilise, 13. yüzyılda, belediye meclisini çağırmak için alarm zilinin çalındığı Sauveterre’nin çan kulesiyle yeniden inşa edilmiş.
Place de Lenche – Lenche Meydanı
Bu meydan vatandaşların limanın faaliyetlerini izleyebileceği eski Yunan agorasında bulunuyor. Meydanın altındaki ‘Saint-Sauveur’ tonozlarının, MÖ 3. yüzyılda Yunan kentinin su depoları olduğu düşünülüyor. 1840’ta Tarihi Anıtlar olarak sınıflandırılmış, hasar görmemiş bir kalıntı olarak kabul ediliyorlar ama erişilebilir bir durumda değil. ‘Lenche’ adı, şehirde o dönemlerde ünlü olan bir aileden geliyor; Lincio’lar.
Place des Moulins – Moulins Meydanı
Bu meydan, bu alışılmadık banliyönün en yüksek noktası ve adını 17. yüzyılda orada bulunan on beş yel değirmeninden alıyor. Düşünsenize 15 yel değirmeni bir arada ne güzel görünüyordur. Günümüzde ne yazık ki görmek mümkün değil çünkü sadece 3 tanesinin kalıntıları gelmiş bugünlere ve onlar da orada yapılan evlere dahil edilmiş.
Son olarak, Haziran ayında Le Penier’de ‘Fete de Panier’ şenliği düzenleniyormuş, ben denk gelmedim ama sizin için keyifli olabilir.
Château d’If
Yazının henüz başlarında, sizinle selamlaşırken Monte Cristo Kontu’ndan bahsetmiştim hatırlarsınız. Burası Alexander Dumas’nın eseri ile ölümsüzleşen bir yer.
Château d’If, güney Fransa’nın en ünlü kalelerinden. Marsilya limanının karşısında, kireçtaşından küçük bir adanın üzerinde bulunuyor ve elbette muhteşem bir liman manzarası sunuyor.
Bu kale 1524 yılında I. Francis tarafından yaptırılmış ve birkaç yüzyıl boyunca devlet hapishanesi olarak kullanılmış. Mahkûmları arasında Philippe Égalité ve XIV. Louis tarafından hapsedilen gizemli Demir Maskeli Adam da varmış. Demir Maskeli Adam’ın Kral XIV.Louis’in ikiz kardeşi Phillippe olduğu söyleniyormuş. Aslında bir deniz kalesi olarak inşa edilmiş Château d’If, ama Marsilya şehri için bir hapishaneye dönüştürülmüş. Adi suçlular ana karada hapsedildi ve Chateau d’If’te sadece önemli kişiler hapsedilmiş.
Hücreler küçük, cereyanlı ve kasvetli, gün ışığı görmeyecek şekilde yapılmış. Buraya kapatılan mahkumların çoğu ihmalden ve bakımsızlıktan ölmüş. Kalanları da ne yazık ki çıldırmışlar. Haftada bir kez, Notre Dame de Passion Şapeli’ni ziyaret etmelerine izin verilirmiş o dönemde. Gerçekten de üzücü bir hikâye. Şimdilerde seyir tepesi, küçük bir müze bulunuyor burada.
Longchamp Sarayı
Marsilya’da görmeniz gereken hatta mutlaka görmeniz gereken yerlerden biri de Longchamp Sarayı. İnşaatına 1839’da başlanmış ve 1869 yılında bitirilmiş. Yapım hikâyesi Marsilya Kanalı’na dayanıyor. Marsilya’nın içme suyu ihtiyacını karşılamak üzere yapılan bu kanalın inşaatı tamamlandıktan sonra kutlama yapmak için bu sarayın inşa edilmesine karar verilmiş. Sarayın tasarımı Henri-Jackques Esperandieu’ya ait. Kendisi Notre Dame de la Garde Bazilikası’nın da mimarı aynı zamanda. Saray kadar ünlü olan bir diğer bölümü ise avlusundaki park. Parkın tam ortasında Chateau d’Eau çeşmesi bulunuyor. Parkı biraz daha anlatmak istiyorum çünkü burası Marsilya’nın en ama en güzel yeşil alanlarından biri. Sekiz hektarlık yeşil bir alan üzerine kurulu, heybetli saray manzarası, Güzel Sanatlar Müzesi ve Doğa Tarihi Müzesi ile hem huzurlu hem de gezmesi keyifli bir alan yaratmışlar. Burası Fransa tarihinin mimari mücevherleri arasında gösteriliyor, o kadar kıymetli bir eser yani.
Bahsettiğim anıtsal çeşme, iki heybetli koridorla çevrili. Sol koridor, 18. yüzyıldan kalma Doğa Tarihi Müzesi’ne ev sahipliği yaparken, sağ koridor 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar olan resim ve heykelleri barındıran Güzel Sanatlar Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor. Burası Marsilya’nın en eski müzesi!
1854 yılında buraya ikinci imparatorluğun egzotizm merakını yansıtan bir zoolojik bahçe de yapılmış ancak halk onaylamadığı için 1987’de kapatılmış. Günümüzde kalıntılarını sergilemeye devam ediyor. Terk edilmiş kafesler ve diğer bölümleri görebilirsiniz.
Les calanques de Marseille – Calanques National Park
Marsilya’ya 15 kilometre mesafede bulunan bu park, 2012 yılında Milli Park statüsüne yükseltilmiş. Calanques kayalıkları, Marsilya ve Cassis arasında yer alan bir doğa harikası. Gerçekten de insanın nefesini kesen, eşsiz bir manzarası var. Çakıl taşlı ve ince kumlu plajları ve turkuaz sulara sahip minyatür fiyortları ile bu biyolojik çeşitlilik açısından da çok özel bir yer. Bir kartpostal gibi görünüyor adeta. Güneşlenmek, deniz altını keşfetmek ya da kano vb. su sporlarını denemek için ideal yer burası. Burada isterseniz keyifli bir yürüyüş de yapabilirsiniz.
La Vieille Charité Müzesi
La Vieille Charité, şehrin kalbinde ‘Panier’ banliyösünde bulunuyor. 17. yüzyıl mimarisinin bir harikası olarak nitelendiriliyor burası. Hem Marsilya mirasının zenginliğini simgeliyor hem de şehre bir kültür merkezi sağlıyor.
Tarihinden bahsetmek isterim kısaca;
1640 yılına Kent Konseyi, kraliyetin “yoksulları büyük ölçüde hapsetme” politikasını izleyerek, Marsilya’nın yoksul yerlilerini temiz bir yerde toplamaya karar veriyor ve buranın yapımına karar veriyor.
1654 yılına kadar devam ediyor bu durum. 1654’e gelindiği zaman hayır kurumunda zaten 300’den fazla yoksul insan olduğu için, yöneticiler ihtiyaçlara daha uygun bir dizi bina inşa etmeye karar veriyorlar.
1670 yılında, Aldermen Konseyi (Conseil des Echevins) içindeki bir hayır kurumu, kralın mimarı ve mahallenin çocuğu Pierre Puget’e, dilencileri ve yoksulları karşılamak için bir Genel Hastane inşa ettiriyor.
Pierre Puget’in en güzel mimari başarılarından biri olarak gösterilen La Vieille Charité’nin ilk taşı ancak 1671’de atılıyor. İnşaatı 1749’da tamamlanıyor.
Avlunun ortasında, 1679-1707 yılları arasında inşa edilen şapel, oval kubbeli dikkat çekici bir mimari eser, saf İtalyan Barokunun mükemmel bir örneği olarak gösteriliyor.
Devrimden sonra ve 19. yüzyılın sonuna kadar çocuklar ve yaşlılar için bakımevi olarak kullanılıyor.
1905 yılında ordu tarafından işgal edildikten sonra, çok yoksullar için bir sığınak olarak kullanılıyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra terk edilmiş ve yıkılmaya yüz tutuyor ancak neyse ki 1951’de tarihi anıt olarak sınıflandırıyor. Bundan tam 10 yıl sonra, 1961’de restore edilmeye başlanıyor ve bu restorasyon tam 25 yıl sürüyor. 1986 yılından bu yana da, Marsilya şehri için bir müze ve kültür merkezi olarak kullanılıyor.
Musée d’Histoire de Marseille – Marsilya Tarihi Müzesi
Burası aslında bir alışveriş merkezi olacakken müze oluvermiş.Müzenin yer aldığı alana bir alışveriş merkezi yapmayı planlıyorlarmış, ismi bile hazırmış; Center de la Bourse! Temeli kazılmaya başlandığında, Antik Yunan’da kullanılan bir limana ait kalıntılar bulunmuş ve kaderi o zaman yazılmaya başlanmış müzenin. Marsilya şehrinin tarihini eşsiz ve kıymetli kolleksiyonlarla sergiliyorlar müzede. Açılış yılı 1983. Vieux Port ( Eski Liman )’ dan birkaç adım ötede bulunuyor bu müze. Yaklaşık 3500 m2’lik bir alana kurulmuş. Geçici sergiler için de bir dökümantasyon merkezi ve aynı zamanda bir oditoryum. 26 asırlık bir tarihi keşfetmek istiyorsanız, burada bu mümkün. Üstelik oldukça interaktif bir müze, içerisinde çok sayıda multimedya aracı da var. Akıllı telefon ya da tablet ile uygulamayı indirip artırılmış gerçeklik teknolojisi sayesinde, inanılmaz keyifli vakit geçirmeniz mümkün.
The Orange Vélodrome Stadium – Vélodrome Stadı
Buralara kadar gelmişken Olympique Marseille takımının evini görmemek olmaz değil mi? Stade Vélodrome Avrupa’nın en mühim stadyumlarından biri. Burada futbol maçları olduğunda, bu şehrin kendinden nasıl geçtiğini görmenizi çok isterim. Adından da anlaşılacağı üzere burası bir futbol stadyumu olarak değil bir veledrom olarak tasarlanmış, 1937 yılında. O dönemlerde pist bisiklet yarışları düzenlenmiş. Zaman geçtikçe yavaş yavaş diğer spor etkinlikleri de düzenlenmeye başlanmış. 1984 yılına gelindiği vakit, Avrupa Futbol Şampiyonası hazırlıkları için burada bazı değişiklikler yapılmış. 1992 Temmuz ayında FIFA’nın (Federation Internationale de Football Association) yönetim kurulu, 16. Futbol Dünya Kupası’nı düzenlemek için Fransa’yı seçtiğinde her başlamış asıl hikâye.
1994 Mayıs ayında bir yarışma başlatılmış ve yarışmayı mimar Jean-Pierre Buffi’nin projesi kazanmış. Ondan sonra da bugünkü halini almış. The Orange Vélodrome Stadium’da sadece futbol maçları değil bir çok önemli etkinlik de yapılmış 2007’deki Rugby Dünya Kupası ve 2016’daki UEFA Euro, ACDC, Paul McCartney, Rolling Stones, Muse gibi büyük konserler gibi. Şu anda 67.000 oturan ziyaretçiyi ağırlayabiliyor. Vodafone Arena 42.590, Nef Stadyumu 52.280, VE Şükrü Saracoğlu Stadyumu 50.530 oturan ziyaretçi ağırlayabiliyor. Büyüklüğünü bizim stadyumlarımızı düşünerek de hayal edebilirsiniz yani.
Le Panier
Marsilya’nın en eski bölgesinin kalbine dalmak istiyorsanız, doğru yerdesiniz. Bu efsanevi bölgenin her noktasına ayak basmak için samimi ve sakin bir atmosferin hüküm sürdüğü dar sokaklarında kaybolana dek dolaşmanızı öneriyorum. Küçük kafeleri, sokak sanatının en güzel örneklerini görebileceğiniz tatlı sokakları, ufak tasarım mağazaları ile gezilmesi oldukça keyifli bir yer burası. Gerçek bir açık hava müzesi de diyebiliriz aslında ama merdivenler konusunda sizi uyarmam gerek. Biraz çaba sarf ederek çıkacağınız merdivenler size muhteşem bir Akdeniz manzarası sunacak.
Le Panier’in tarihinden bahsetmek isterim biraz; M.Ö. 600’lü yıllarda Panier’in şu anda bulunduğu yerde Yunanlılar yaşıyormuş. Burayı deniz yakın ve ayrıcalıklı bir konumda olması ve tabi ki bir tepe üzerinde olmasından dolayı seçmişler. Le Panier’in her köşe başı bir başka müze sanki. Duvarlar, her biri bir öncekinden de fazla hayranlık uyandıran görseller, resimler ve tasarımlarla kaplanmış. Bazı duvar resimleri insanı gülümsetirken bazıları nazikçe tefekkür etmeye davet ediyor.
Le Panier’de görmeniz gerekenlerden de bahsedeyim;
Maison Diamantée – Diamond House
Zengin İspanyol ve İtalyan tüccarlar tarafından inşa edilen Maison Diamantée, Marsilya’nın önde gelen aileleri tarafından işgal edilmiş. Ev, sivri elmas şeklindeki taşlardan yapılmış cephesi ve panelli merdivenleri ile muhteşem bir eser gerçekten de. 1925 yılında tarihi yapı olarak sınıflandırılmış ve bu olaydan sonra 1943 yılında yıkılmaktan kurtulmuş.
The Daviel Pavillon
18 yüzyılın ortalarında, Marsilya’lı mimarlar olan Gérard kardeşler tarafından daha önce eski bir Adliye Sarayı’nın bulunduğu yerde inşa edilmiş. Fransız devrimi sırasında meydanda bir giyotin de varmış. Anıt, Couronne’un taş ocağından çıkarılan pembe taşlarla inşa edilmiş ve bugün, şehrin Belediye Binası’na ev sahipliği yapıyor.
The Cabre Otel
Burası çok özel bir konak. 1535 yılında yapılmış, düşünsenize şu an 487 yaşında! Bir konsolos ve tüccar olan Louis Cabre tarafından yapım emri verilmiş. Marsilya’nın en eski evlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Onu yıkılmaktan kurtaran karar, 1943 yılında eski banliyölerin bölgeden taşınması olmuş. Kentteki yeniden yapılanma sürecinde hidrolik silindirler kullanılarak orjinal konumundan taşınmış ve yeniden yapılandırılan sokaklarla aynı hizada olacak şekilde 90° döndürülmüş. 1941 yılından bu yana da tarihi binalar arasında anıtlar listesinde.
Hôtel Dieu – Hôspital Saint Esprit
Hôspital Saint-Esprit (Kutsal Ruh Hastanesi) 12. yüzyılda inşa edilmiş. Yıllar içinde genişletilmiş ve 16. yüzyılda ‘Saint-Jacques de Galice’ hastanesi ile birleştirilmiş. Bir asır sonra da ‘Hotel Dieu’ olmuş. Daha sonra ünlü mimar Hardouin-Mansart’ın yeğeni tarafından yeniden inşa edilmiş. ‘Hotel Dieu’nun bugünkü haline gelmesi ikinci İmparatorluk dönemini bulmuş. Merdivenler Joseph-Esprit Brun’ın en gözde eserlerinden. Jacques Daviel’i temsil eden bronz bir büst göreceksiniz, bu da 1745’te Dieu Hotel’de gerçekleştirdiği ilk katarakt ameliyatını anmak için hazırlanmış. Daha sonra da Kral Louis VI’nın göz doktoru olarak atanmış. 2013 yılından bu yana 5 yıldızlı bir otel olarak hizmet veriyor.
Le Cours Julien
Şehrin kalbinde, Noailles semtine ve Eski Liman’a yakın bir konumda bulunuyor Le Cours Julien, Marsilya’nın hem gündüz hem de gece en hareketli bölgelerinden biri burası.
Mahallenin tarihine bakacak olursak biraz, Cours Julien, 1860’tan 1970’e kadar meyve ve sebzelerin toptan ve perakende pazarı olarak kullanılmış. Bir nevi hal görevi görmüş aslında. Plan de Cuques, Château Gombert, La Pomme, Mazargues ve Bonneveine gibi çevre kasaba ve köylerden çiftçiler ürünlerini toptancı depolarında ve açık havada Cours Julien’de sergilermiş ve ürünlerini satarmış. Hem de pazarcıların bağırarak tezgâhlara davet ettiği bir satış durumu varmış, bizim pazarlarda olduğu gibi. 1960 yılına gelindiği zaman şehir merkezindeki ve Cours Julien’deki tıkanıklığı gidermek için tüm meyve ve sebze toptan satış faaliyetlerini Arnavaux semtinde tek bir yerde toplamaya karar vermişler ve böylece buranın pazar olarak işlevi kalmamış. Günümüzde oldukça turistik bir bölge olarak biliniyor. Sanat galerileri, mağazalar, kafe-restoranlar, barlar, müzisyenler… Oldukça canlı ve keyifli bir bölge. Çarşamba sabahları ise organik pazar kuruluyor, denk gelirseniz mutlaka ziyaret edin.
La Canebière
La Canebière şehrin en ünlü bulvarı. Zenginlik, şatafat, alışveriş, kostümler. Ben lüks mağazalardan alışveriş yapmayı severim, hiç olmadı vitrinlerine bakmak isterim derseniz mutlaka La Canebière bulvarına uğramalısınız. Alışveriş dışında, yerel lezzetleri deneyebileceğiniz kafe ve restoranlar da var burada. Canebière eski adıyla la Cannebis kenevir anlamına gelen canebe kelimesinden alıyormuş ismini. Bir zamanlar Marsilya kenevir için dünyanın en büyük merkezlerinden biriymiş.
L’Abbaye Saint Victor – Saint Victor Manastırı
Saint Victor Manastırı’da Marsilya’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Vieux Port’un nefes kesen manzarasına komşu bu bazilika ve mahzenleri ziyaret ederek şehrin dini tarihine bir yolculuk yapmak isterseniz, mutlaka listenize ekleyin derim.
Çarpıcı manzarasının yanı sıra, Marsilya tarihinin kalbindeki Erken Hristiyanlık sanatının bir mücevheri olan bu tarihi binayı keşfetmenizi isterim. Kültür ve tarih seven gezginler için mahzenleri, şapelleri ve lahitleri ile kaçırılmaması gereken bir yapı burası.
Saint Victor Manastırı, 5. yüzyılda John Cassian tarafından kurulmuş ve Marsilya piskoposu Proculus (380-430) tarafından büyük mutlulukla karşılanmış.4. yüzyıldan kalma Marsilya şehidi Saint-Victor’un kalıntılarının, manastırda ve etrafında ibadet yerinin düzenlendiği bir mezarda gömülü olduğuna inanılıyor.
Manasatırın tarihi de ilginç gelmişti bana. Antik çağda kazılan blokları Antik Liman’ı inşa etmek için kullanılan manastırın bulunduğu yerde bir açık hava ocağı varmış. Taş ocağı surların dışındaymış ve çok erken bir zamanda bir nekropolü barındırıyormuş. Marsilya, Vieux-Port’un Kuzey Yakası’nda yer alırken, Güney Yakası oldukça ıssızmış. Antik Çağ’da ölüleri surların içine gömerek kenti kirletmek yasak olduğu için, şehrin dışında birkaç nekropol yaratılmış ve Saint-Victor’da bunlar arasındaymış. Hristiyanlar için oldukça mühim bir isim olan ( şehit mertebesinde ) Victor, bu taş ocağına defnedilmiş. Aziz Victor’un, putlara tapınmayı aleni bir şekilde kınayan Roma ordusundan bir subay olduğu söyleniyor.
Ölümü de çok acıklı olmuş gerçekten, bu tavrı sebebiyle Roma valileri Asterius ve Eutychius’un önüne çıkarılmış o dönemde. Sonra da İmparator Maximian’a gönderilmiş. Dövülmüş, hırpalanmış, sokaklarda sürüklenmiş, hapse atılmış. Hapiste olduğu süreçte Longinus, Alexander ve Felician isimli üç Roma askerini de kendi yoluna katmış ve onların başları kesilmiş. Roma Tanrısı Jüpiter’in sunağındaki bir tören esnasında onu da reddettiği için ayağıyla heykeli tekmelemiş. Bu son nokta olmuş Victor için. İmparator ölüm emrini vermiş ve bir değirmen taşının altında ezilerek ölmesini istemiş. Değirmen taşı kırıldığında Victor hala hayattaymış. Ondan sonra da başı kesilerek öldürülmüş ve vücudu Vieux-Port’a atılmış. Victor’un mezarının olduğu bölgeye hac seferleri de düzenlenmiş.
Masilya’da Ne Yenir?
Panisse
Bilhassa nohut sevenlerin bayılacağı bir lezzet bu. Panisse, L’Estaque’deki fabrikalarda çalışmaya gelen İtalyanlar sayesinde ulaşmış Marsilya’ya. Nohut unundan yapılıyor, genellikle 2 cm kalınlığnda sosislere benzer bir şekilde hazırlanıyor. Kızarmış olarak servis ediliyor, üzerine de fleur de sel ile baharatlar ekleniyor. Fleur de sel veya flor de sal bir tuz aslında. Deniz suyunun buharlaşırken yüzeyinde ince, hassas bir kabuk olarak oluşan bir tuz, kısacası deniz tuzu. Genellikle kağıt bir külahın içinde ayakta yenmek üzere servis ediliyor. Bazı restoranlarda aparatif olarak da sunuluyor, domates sosu ya da ratatouille ile birlikte.
Soupe de poissons ( Balık Çorbası )
Balık çorbası her ne kadar birçok Akdeniz ülkesinde seçkin mutfaklarda yer alsa da, kökeni farklı bir meseleye dayanıyor. Eskiden, balık avından dönen Marsilya’lılar satılmayan balıkları eve getirir ve onlarla çorba yaparlarmış. Sarımsak ve zeytinyağı ile harmanladıkları bayat ekmeklerde de servis ederlermiş. Balık çorbasını genellikle la Girelle, la Rascasse, le Roucaou, la Vieille gibi küçük kaya balıkları ile yapıyorlar. Hemen hemen tüm restoranlarda görebileceğiniz bir lezzet olsa da, Marsilya’da her ailenin kendine özgü sırları varmış balık çorbası tariflerinde. Balık çorbası Marsilya halkı için geleneksel yaz yemekleri arasında ilk sıralarda yer alıyor.
La Soupe au Pistou – Pistou Çorbası
Bu çorba Provençal mutfağının temelini oluşturan lezzetler arasında. Genellikle aile veya arkadaşlarla yenilen samimi yemeklerde hazırlanan, bir yaz çorbası. Çorbanın kökeni Cenova’dan geliyormuş. İş için Fransa’ya gelen İtalyan aileler sayesinde bu tarif Fransa’ya kazandırılmış. Pistou kelime olarak öğütmek anlamına geliyor. Çorbanın ismi ise, öğütmeye yarayan bir havan tokmağından geliyor. İtalyan’ların pestosunun bir türü gibi düşünebilirsiniz elbette ancak çorbanın içinde yalnızca pesto malzemeleri bulunmuyor. Mevsim sebzeleri ve baklagillerden (yeşil, kırmızı ve beyaz fasulye, domates vb.) oluşan bir baz nefis bir pesto sosu ile birleşiyor. İçerisine küçük makarnalar da eklenebiliyor. Klasik Akdeniz tarifleri gibi, bu çorbanın da tek bir tarifi yok aslında. Her ailenin farklı bir tarifi, farklı bir sırrı olabiliyor. Bazılarında bir dilim jambon ya da İtalyan sosisi de eklenebiliyor içerisine.
La Chandeleur – Marsilya Bisküvileri
Marsilya’da Candlemas bayramı için hazırlanan bir tür bisküvi bunlar. Mösyö Aveyrous tarafından 1781 yılında yapılmış ilk kez. Buğday unu, şeker, yumurta ve portakal çiçeği suyundan yapılıyor ve oldukça da lezzetliler !
Les supions – Kalamar
Marsilya’da yiyebileceğiniz en leziz deniz ürünlerinden biri de kalamar. Bu küçük ve leziz kalamarları sarımsaklı, soslu ya da yalnızca zeytinyağlı olarak servis ediyorlar. Deniz ürünleri seviyorsanız, burada kalamarın müptelası olabilirsiniz gerçekten.
Madeleines
Dünyada yiyebileceğiniz en lezzetli parçacıklardan biri bu kekler. Genellikle badem aromalı oluyorlar ve Fransa genelinde de çok popülerler. Bir akşam üzeri kahvesinin yanında mutlaka denemenizi öneririm.
Moules Marinière
Deniz ürünü seviyorsanız ve benim gibi midye delisiyseniz, bayılacaksınız. Fırında kızartılan midyeler leziz soslar, kıyılmış maydanoz ve patates kızartması ile birlikte servis ediliyor, kabuklu olarak. Akşam üzeri biraz için mükemmel eşlikçi bence.
Pissaladière
Marsilya mutfağında aparatif ya da ikramlık olarak servis edilen lezzetlerden biri Pissaladière. Siyah zeytinli bu küçük ikramlık, pizza ve milföylü bir tart karışımı. Ayrıca soğan ve balık da ekleniyor.
Bouillabaisse
Marsilya’nın en ünlü ve klasik yemeği, bir zamanlar fakirin çorbası olarak bilinen bouillabaisse! Gerçekten deniz ürünlerini sevenler için, güzel bir lokal lezzet lakin restoranlardaki yüksek ücretlerden sonra artık fakirin çorbası olmadığı kesin.
Çorba, şefin özel tarifi ile çeşitli deniz ürünleri kullanılarak hazırlanıyor. Malzemeler çeşitli balık, karides, yengeç, ıstakoz, midye ve deniz kestanesi türlerinden olabilir ve genellikle sarımsak, soğan, patates ve taze otlar gibi sebze baharatlarının herhangi bir kombinasyonunu içeriyor.
Pieds et Paquets
Kabaca tercüme edildiğinde, pieds et paquets işkembe ve paça anlamına geliyor. Sakatat seviyorsanız, bu lokal yemeği deneyebilirsiniz.
Aïoli
Görüntüsü ve tadı mayonezi andırıyor ancak Marsilya’da aïoli sarımsak, limon suyu, yumurta ve zeytinyağından yapılan gurme bir dipsos. Patates kızartması, morina balığı, sebzeler, kabuklu deniz ürünleri ile servis ediliyor ve eşlikçisi olduğu lezzetler sayesinde, gurme bir yemek halini almış.
Kuzey Afrika Yemekleri
Marsilya, Tunus, Cezayir ve Fas’ın eski Fransız kolonilerinden gelen ve canlı bir mutfağı da beraberinde getiren, büyük bir Kuzey Afrika göçmen topluluğuna sahiptir. Bir Tunus çorbası olan leblebiyi veya Fas sosisinden yapılan baharatlı bir güveç olan merguez’i denemelisiniz.
La Tapenade
Kapari, hamsi, siyah zeytin ve bolca sarımsak ve zeytinyağı püresinden yapılan bu leziz yemek, esasında bir tür kanepe. Ucuz olmasına rağmen aynı zamanda gerçek bir gurme ikram.
Pizza
Marsilya’da pizzanın en belirgin özelliği; sarımsak. Sosunda bol miktarda sarımsak kullanıyorlar. Bir de zeytin,her pizza diliminde zeytin görmeniz mümkün. Lezzetine zaten diyecek bir şey yok. Deneyin, denettirin…
Ratatouille
Provençal mutfağının en geleneksel lezzetlerinden biri, ratatouille Güney Fransa’da her yerde yiyebileceğiniz bir lezzet.Sıra sıra dizilmiş mevsim sebzelerinden oluşan ve fırında pişirilen bir sebze yahnisi.
Baharatlar
Marsilya mutfağının temel baharatı; safran. Fransızlar tipik olarak yemeklerini çok baharatlı yapmazlar ancak Akdeniz esintisi ile bu durum biraz değişmiş zaman içerisinde.
Lezzet ne kadar egzotik olursa o kadar iyi anlayacağınız.
Şarap
Güney Fransa demişken şaraptan bahsetmezsek olmaz elbette. Marsilya’da tadabileceğiniz en lezzetli şeylerden biri de şarap. Avignon kıyılarına keyifli bir gezinti yapıp asırlık üzüm bağlarını gezmek için yerel bir şaraphane olan Chateauneuf’u ziyaret etmelisiniz. Dönerken yanınızda götürmek üzere bir şişe şarap almayı da ihmal etmeyin.
Marsilya Hakkında Kısa Kısa…
Marsilya’da ne yenir diye düşünürken ve bir menüye göz atarken, fiyatların yanında “P” harfinin gelip gelmediğine dikkat edin. Bu, “à partir de”nin kısaltmasıdır. Normal bir midye tabağına sos eklemek gibi küçük menü eklemeleri için beklediğinizden daha fazla ücret alınabilir. Bu yüzden, dikkatli olmakta yarar var.
Bu kentin çeşitli takma adları var. Massilia, Massalia ve Marselha bunlarsna bazıları.
Şehirde toplamda 16 ilçe ve 111 semt var.
Bu şehrin en şirin yeri Le Mystik..
Dünya’nın en uzun bankını da Marsilya’da görebilirsiniz. İsmi La Corniche; Pont de la Fausse-Monnaie’yle Hotel Sofitel Palm Beach arasında bulunuyor ve tam 3.9 km uzunluğunda. 1965 yılında dünyanın en uzun bankı olarak Guinness Dünya Rekorları Kitabı’na girmiş.
Marsilya’da Geçen Filmler
Ünlü Taxi serisi; Taksi 1, 2,3,4 ve 5
Love Actually ( 2003 ) – Aşk Her Yerde
Borsalino ( 1970 ) – Borsalino Çetesi
Stillwater ( 2021 ) – Durgun Su
Fanny ( 1961 )
Les collègues ( 1999 )
Un deux trois soleil ( 1993 )
The Count of Monte Cristo ( 2002 ) Monte Cristo Kontu